Türkiye; Halep’te sergilediği işbirliği, Moskova Bildirisi, ateşkes ilanı ve Astana süreci ile Rusya ve İran tarafına geçerek Suriye’deki savaşın sona ermesi ve bölgenin 2011 öncesine dönmesi yönünde ciddi bir adım atmış oldu.
Türkiye, İran ve Rusya dışişleri bakanlarının 20 Aralık’ta yayımladığı Moskova Bildirisi, Suriye sorununun çözümü için daha önce ortaya konan uluslararası girişimlere nispetle çok daha büyük bir umut yarattı.
18 Mart 2011’de başlayan Suriye krizinin çözümü için ortaya konan uluslararası girişimleri hatırlayalım:
1- Türkiye’nin girişimi (8 Ağustos 2011)
2- Arap Birliği Girişimi (10 Eylül 2011)
3- Dostlar Grubu girişimi (Tunus’taki ilk toplantı 24 Şubat 2012)
4- Annan Planı (10 Nisan 2012)
5- Cenevre Bildirisi (30 Haziran 2012)
6- Cenevre-2 Konferansı (24 Ocak 15 Şubat 2014)
7- Suriye Destek Grubu Viyana Bildirileri (30 Ekim/ 15 Kasım 2015)
Devrimi başaramadılar
Bunlardan Türkiye’nin de aktif roller üstlendiği ilk üç girişim, aslında çözüm değil; ‘devrim’ girişimiydi.
Zira Türkiye, Şam’a “Bizim belirlediğimiz muhalifleri iktidarına ortak et; sonra da aşamalı olarak çekil” diyerek ‘yumuşak devrim’, Arap Birliği ‘Yemen modelini esas alan devrim’, Dostlar Grubu ise ‘vekalet savaşı yoluyla devrim’ önerdi.
Suriye’nin çözüm diye sunulan bu devrim önerilerinin hiçbirini kabul etmemesi, vekalet savaşı için meşru gerekçe sayıldı; dökülen kandan ve meydana gelen tahribattan ise savaşı başlatanlar değil, Suriye sorumlu tutuldu.
Devrimi garanti etmeyen çözümleri engellediler
Suriye konusunda gerçek anlamda bir çözüm önerisi denebilecek ilk girişim Annan Planıydı. Çünkü Annan Planı[1] sadece Suriye hükümetine yükümlülükler dayatsa da en azından sorunun iki taraflı olduğunu kabul ediyordu. Çözüm için ise çatışmaların durdurulmasını ve taraflar arasında müzakerelerin başlamasını öneriyordu.
BM Başkanlık Bildirisiyle desteklenmiş olsa da Annan Planı, bu içeriği ile Türkiye ve müttefiklerinin beklentilerini karşılamaktan uzaktı.
Bu yüzden de Suriye’de sorunu ‘Beşşar Esed’de, çözümü ise devrimde gören Türkiye, Annan Planı’nı yürürlüğe gireceği tarihten bir gün önce “kadük”[2] ilan etmiş; ardından da tekfirci grupların Hama’ya bağlı Hula kentinde gerçekleştirdiği katliam, Suriye ordusuna mal edilerek Annan Planı çöpe atılmıştı.
Suriye sorununun çözümü konusunda en geniş mutabakatın sağlandığı Cenevre Bildirisi ise aslında Annan Planı’nın daha gelişmiş haliydi.
Çünkü bu bildiride de Türkiye ve müttefiklerinin iddia ettiği gibi sorunun tek taraflı olmadığı itiraf ediliyor; çözüm için ise şöyle bir yol haritası öngörülüyordu:
Çatışmalar duracak, hükümet ve muhalifler müzakerelere başlayacak, muhaliflerin de yer aldığı bir geçiş hükümeti kurulacak ve bu hükümet ülkeyi seçimlere götürecek.
Suriye hükümetinin kabul ettiği bu yol haritası da tıpkı Annan Planı gibi Türkiye ve müttefiklerine ‘devrim’ zaferini garanti etmiyordu. Bu sebeple de Türkiye ve müttefikleri, bildiride yer almamasına rağmen ‘Beşşar Esed gitmelidir’ ön şartıyla Cenevre Bildirisini uygulanamaz hale getirdi.
Suriye krizine Cenevre Bildirisi temelinde siyasi çözüm bulmak için yapılan Cenevre-2 Konferansı ise Türkiye’nin de yer aldığı Dostlar Grubu’nun Şam’a ve müttefiklerine karşı birlikte hareket edebildiği son girişim oldu.
İran’ın davet edilmediği Cenevre-2 Konferansında Suriye ve Rusya, terörle mücadeleye öncelik verilmesi gerektiğini savunurken, Dostlar Grubu ise Beşşar Esed’in yer almadığı geçiş hükümetinde ısrar etti.
Cenevre-2 Konferansı, Dostlar Grubu’nun askeri sahada kazanamadığı zaferi, masada kazanma ısrarı yüzünden başarısız oldu. Konferansın ikinci tur görüşmelerinin devam ettiği günlerde Washington’da toplanan Dostlar Grubu istihbarat şefleri, destekleyecekleri silahlı grupları belirleyerek savaş seçeneğine geri döndü.
Dostlar Grubu’nun yenilgisi, Suriye Destek Grubu’nun doğuşu
Ancak bu, savaşa son dönüştü; çünkü IŞİD’in aynı yılın haziran ayında hilafet devletine dönüşmesi, vekalet savaşının kontrolünü kaybeden Dostlar Grubu’nun da sonunu getirdi.
Suriye’de devrim önceliği, terörle mücadele önceliği şeklinde değiştirildi; Dostlar Grubu da uluslararası koalisyona dönüştü.
Türkiye ve Suudi Arabistan’ın öncelik değişimine itirazları sebebiyle ABD ve müttefikleri parçalanıp zayıflarken, Rusya ve İran’ın eylül 2015’ten itibaren Suriye’deki askeri varlığını arttırması sadece askeri sahada değil siyasi alanda da dengeleri değiştirdi.
Çünkü artık hem ABD ve müttefiklerinin hem de Şam’ın müttefiklerinin yer aldığı Suriye Destek Grubu kuruldu.
Böylece ABD liderliğindeki Dostlar Grubu’nun dayatmaları ve Rusya ile Çin’in buna direnişi şeklinde cereyan eden eski oyun düzeni değişti; konuyla ilgili tüm aktörlerin terörle mücadele önceliği ile işbirliği yapmasına zemin hazırlayan yeni bir oyun düzeni kuruldu.
Türkiye ve yeni oyun düzeni
Türkiye’nin saf değiştirip Rusya ve İran tarafına geçmesi sayesinde imzalanan ve ilk defa Suriye’de çözüm umudunun doğmasına neden olan Moskova Bildirisi, bu yeni oyun düzeni sayesinde gerçeklik kazanabildi.
Ancak Türkiye, Suriye’de Beşşar Esed yönetiminin varlığını garanti eden bir siyasi çözümü tercih ettiği için Rusya ve İran safına geçmedi. Başta ABD olmak üzere kendi müttefikleriyle yaşadığı iki yıllık çatışmanın yarattığı zorunluluklar sebebiyle geçti.
Ankara, kendi hatalarının esiri
Bu zorunluluk şartlarını, aslında Ankara’nın bizatihi kendisinin yarattığını gösteren ayrıntılar şunlar:
1- ABD’nin Haziran 2014’ten sonra Suriye’de devrimi öncelik olmaktan çıkarıp terörle mücadeleye öncelik vermesine tepki gösteren tek ülke Türkiye’ydi. Ankara, bu tepkisini de Dostlar Grubu’nun uluslararası koalisyona dönüştüğü Cidde bildirisine imza atmayarak[3] ve İncirlik’in IŞİD’e karşı yapılacak operasyonlarda kullanılmasına izin vermeyerek gösterdi.
2- Türkiye, Nuri Maliki’yi iktidardan düşürdüğü için Irak’ta fırsata dönüştürülen IŞİD tehdidinin Suriye’de de fırsata dönüştürülebileceğine Amerika’yı ikna etmeye çalıştı.
Ankara açısından o dönemde IŞİD’in Kobani’yi hedef alması, PYD kantonlarını birleşemeyecek şekilde birbirinden koparacağı için bir fırsattı. Burada bir güvenli bölge oluşturulur ve buraya Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar yerleştirilirse hem IŞİD hem de PYD Türkiye sınırından uzaklaştırılır, Suriye devletine karşı da bir mevzi kazanılmış olurdu.
Bu sebeple Ankara Washington’dan şunları istiyordu: “1-Uçuşa yasak bölge ilan edilmeli 2 - O bölgeye paralel, güvenli bölge ilan edilmesi lazım 3 - Ve eğit, donat anlayışıyla Suriye'de ve Irak'taki ılımlı muhalif kesimin hem eğitilmesi hem de donatılması lazım.”[4]
ABD’ye gösterilen “azılı Sünni” dişi
3- ABD’nin Suriye’de öncelik değiştirmesinden rahatsız olan Salman’ın Ocak 2015’te Suudi kralı olmasıyla birlikte Türkiye ABD’ye baskı konusunda önemli bir ortak kazanmış oldu. Türkiye gibi IŞİD’le mücadelenin Suriye’ye karşı savaşta bir fırsata dönüştürülebileceğine inanan Suudiler, Ankara ile koordineli olarak iki önemli adım attı.
Suudiler bunu “ABD’nin bizimle beraber hareket etmesini sağlamanın tek yolu dişimizi göstermemizse, diş gösteririz. Ve Sünni dişi azılıdır”[5] diye ifade etmişti.
‘Sünni azı dişinin’ ilki 2015’in mart ve nisan aylarında gösterildi. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın nüfuzu altındaki gruplar Nusra ve Ahrar Şam liderliğinde birleştirildi. Fetih Ordusu adı altında birleşen bu gruplar İdlib’i ele geçirdi.
Böylece Suriye ordusuna karşı askeri alanda sonuç almaktan umudu kesen ABD’ye umut verilmiş, Suriye devletinin yıkılma ve bölünme de dahil her türlü senaryoya açık hale geldiği gösterilmiş oldu.
‘Sünni azı dişin’ ikincisi ise 2015’in aralık ayında gösterildi. Suudi Savunma Bakanı ve Kralın oğlu Muhammed bin Salman İran ve Irak gibi Suriye müttefiki ülkeleri dışarıda bırakarak 34 Sünni ülkeden oluşan bir İslam Koalisyonu kurduğunu açıkladı.[6]
Bu 34 ülkenin ordularından oluşacak İslam Ordusu’nun ‘uluslararası toplumla koordinasyon içinde’ terörle mücadele edeceğini belirten Suudiler, ABD’ye vekalet savaşına geri dönmesi halinde hazır destek vaat ediyordu.
4- Türkiye ve Suudilerin ‘Sünni azı dişleri’, Şam yönetimi devrilse bile Suriye’yi yönetebilecek güçlü ve güvenilir bir müttefik bulmaktan umudu kesen ABD’yi etkilemedi. ABD, Suudilerin İslam Ordusu ile Suriye’de maceraya girmek yerine, Türkiye ile arayı açma pahasına YPG ile ittifakını geliştirmeyi tercih etti. Rusya ve İran’ın 2015 eylülünden itibaren askeri sahaya ağırlık koyması ise Türkiye ve Suudilerin planını tamamen bozdu.
ABD-PYD ittifakı ve Ankara’nın zorunlu rota değişikliği
5- 2014’te İncirlik’in IŞİD’e karşı operasyonlarda kullanılmasına izin vermeyen Türkiye, 2015’te izin vererek ABD’ye “PYD’ye ihtiyacınız yok, Suriye’de ortağınız biziz” mesajı verse de bu durum ABD’nin tutumunda bir değişiklik yaratmadı.
6- Rus uçağının “NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek, Rusya’nın Suriye’deki pozisyonunu bozmak ve Amerika’yı savaşın içine sokmak için düşürüldüğüne” dair senaryo doğruysa amaçladığı hiçbir hedefi gerçekleştiremeyen bu adımın sadece Türkiye’ye zarar verdiği görüldü.
7- Suriye’de Şam ve müttefikleri için uçuşa yasak bölge isteyen Türkiye, Rus uçağını düşürmekle burayı kendisi için bir uçuşa yasak bölge haline getirmiş oldu. Öte yandan Suriye’nin bölünmesini ‘B planı’ olarak gündeminde tutan Amerika’nın PYD ile ittifakı derinleşiyor ve bu ittifakın sahadaki hakimiyet alanı da genişliyordu. Bu durumu kendi güvenliği için tehdit olarak gören Türkiye’nin bu gidişi durdurmak için Suriye’ye askeri açıdan müdahil olabilmesi; bunun içinse Rusya ile barışması gerekiyordu.
8- 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Rusya ve İran’ın tıpkı Suriye’de olduğu gibi Türkiye’de de seçilmiş hükümete destek verip darbeye hemen karşı çıkması; Batılı ve Arap müttefiklerin ise sonucu görünceye kadar tarafsız kalması, Türkiye’yi Moskova Bildirisiyle taçlanan bu rota değişikliğine götürdü.
Türkiye’nin saf değiştirmesi Suriye’deki oyunu nasıl bozar?
Türkiye; Halep’te sergilediği işbirliği, Moskova Bildirisi, ateşkes ilanı ve Astana süreci ile Rusya ve İran tarafına geçerek Suriye’deki savaşın sona ermesi ve bölgenin 2011 öncesine dönmesi yönünde ciddi bir adım atmış oldu.
Türkiye, tekrar rota değiştirmez ve Moskova Bildirisiyle çizilen istikamette kalırsa Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden bir barışa kısa sürede kavuşması hiç de sürpriz olmaz. Çünkü Suriye’deki savaş, terörist grupların yenilmezliğinden dolayı değil, krizin başından beri en önemli rolü Türkiye’nin oynadığı bir oyun düzeninin korunmasından dolayı sürüyor.
Ilımlı sayılanların zayıf, terörist sayılanların da güçlü olduğu Suriye gerçekliğinde savaşı sürdürebilmenin iki yolu var:
Birincisi sahadaki hiçbir grubu terörist saymamak ve istisnasız tamamını desteklemek. İkincisi ise terörist sayılan grupları, ılımlı sayılan grupların arasına katarak, zayıf olan ılımlıları güçlendirip, güçlü olan teröristleri aklamak.
2012 sonlarına kadar yürürlükte olan birinci yöntemdi. Tüm silahlı gruplar ÖSO genel başlığı altında desteklendi. Suriye’de el-Kaide ve terör varlığı reddedildi.[7]
2013’ten itibaren ise ikinci yola başvuruldu. Henüz IŞİD Nusra ayrışmasının olmadığı Aralık 2012’de Nusra, terör örgütü ilan edildi ise de ‘Suriye devriminin bir parçası’[8] sayılmaya devam etti.
IŞİD Nusra ayrımından sonra da IŞİD’le birlikte Nusra da zahiren Türkiye ve Suudi Arabistan’ın terör listesinde yer almıştı. Ancak Nusra ile el-Kaide liderleri tarafından kurulan Ahrar Şam gibi örgütlerin oluşturduğu Fetih Ordusu Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan tarafından kurulup desteklendi.[9]
En ılımlı ve en güvenli sayılan ÖSO da terörist sayılan el-Kaide bağlantılı gruplarla birlikte hareket ettiğini gizlemedi.[10]
Teröristleri ılımlıların arasına katarak, zayıf olan ılımlıları güçlendirip, güçlü olan teröristleri aklamak, savaşı sürdürebilmek için gerekli bir oyun düzeniydi.
Türkiye, şimdi Rusya ve İran’la birlikte ‘ılımlıları’ ‘teröristlerden’ ayrışmaya zorlamakla, askeri açıdan güçlü olan ‘teröristlerin’ yalnızlaşmasını; zayıf olan ‘ılımlıların’ ise siyasi sürece katılmasını sağlayacak yeni bir oyun düzeni kurulmasına katkı sunuyor.
Moskova Bildirisini önemli kılan içeriği değil, Türkiye faktörü
Elbette Suriye’de barışçıl bir siyasi çözüm için gerekli olan bu yeni oyun düzeninin ne ölçüde kalıcı ve başarılı olacağı, Trump başkanlığındaki ABD’nin ve Suudilerin tutumuyla da yakından ilgili.
Ancak Türkiye’nin yeni rotasındaki kararlılığının ABD ve Suudilerin tutumunu da etkileyeceği açık.
Zira Moskova Bildirisini,[11] Suriye’de çözüm için ortaya konan daha önceki uluslararası girişimlerden farklı kılan şey içeriği değil. Önceki tüm girişimleri ya reddeden ya da koyduğu ön şartlarla uygulanamaz hale getiren Türkiye’nin bu kez üstelik İran ve Rusya gibi rakipleriyle işbirliği yapması.
Nitekim Suriye Destek Grubu’nun 30 Ekim ve 15 Kasım 2015 tarihli bildirileri de aslında Moskova Bildirisinden farklı şeyler söylemiyor.
Moskova Bildirisi, Viyana Bildirisinin tekrarı
Örneğin 30 Ekim 2015’teki Viyana Bildirisinin[12] birinci maddesi, “Suriye’nin birliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve seküler karakteri asli önem taşır” şeklindeydi.
Moskova Bildirisinde ise bu, şöyle ifade edildi: “İran, Rusya ve Türkiye, çok sayıda etnik yapı barındıran, çok dinli, mezhepçi olmayan, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygılarını bir kez daha ifade ederler.”
Viyana Bildirisinin 6. maddesinde terörle mücadelenin çerçevesi şöyle belirlenmişti. “IŞİD ile BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanmış gruplar ve ayrıca katılımcıların üzerinde anlaşma sağladıkları gruplar yenilgiye uğratılmalıdır.”
Aynı şey, Moskova Bildirisinin 8. Maddesinde şöyle ifade edildi. “İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve El Nusra’ya karşı birleşik mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırma kararlılıklarını tekrar ederler.”
Viyana Bildirisi 8. maddesindeki “Bu siyasi süreç Suriyelilerin öncülüğünde ve Suriyelilerin malikliği altında yürütülecek ve Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar verecektir” ifadesi Türkiye ve müttefiklerinin Şam’da devrim hayalinin ölüm ilanıydı. Çünkü ilk kez Beşşar Esed’in gidip gitmeyeceğine ABD ve müttefiklerinin değil, Suriye halkının karar vereceği itiraf ediliyordu.
Viyana Bildirisinde Şam’da devrim hayalinin ölüm ilanını imzalamak, Türkiye’nin ve Suudilerin tutumunda bir değişiklik yaratmamıştı. Nitekim Viyana Bildirisine rağmen gerek Ankara ve gerekse Suudiler her vesile ile ‘Beşşar Esed’in Suriye’nin geleceğinde rolü olamaz’ demeyi sürdürdüler.
Fakat Türkiye, Moskova Bildirisiyle Viyana’da ölüm ilanını imzaladığı Suriye devriminin cenazesini kaldırmayı taahhüt etti.
Zira Türkiye, Moskova Bildirisinde “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygılarını bir kez daha ifade ederler” diyerek bir itirafta bir de taahhütte bulunmuş oluyor:
Yani bu madde ile Suriye Arap Cumhuriyeti’nin meşru egemenliği itiraf ediliyor; ‘Fırat Kalkanı’nı ile terörist gruplardan kurtarılan yerlerin nihai aşamada Suriye yönetimine bırakılacağı ve Şam istediği anda TSK’nın Suriye’den çekileceği taahhüt edilmiş oluyor.
Moskova Bildirisi sonrasında ilan edilen ateşkes,[13] Fetih Ordusu’nun ana gövdesini oluşturan Nusra’nın ateşkes dışında bırakılması[14] ve Astana’da başlaması beklenen müzakereler, aslında Viyana Bildirisinde öngörülen; ama özellikle Türkiye ve Suudilerin direnci sebebiyle uygulanmayan süreçlerdi.
Şimdi bütün bunların Türkiye’nin katkısıyla ilk kez gerçeklik kazanabileceği ve altıncı yılına giren Suriye savaşının gerçekten bitebileceği görülüyor.
Bu, aslında 6 yıllık Suriye savaşının kaynağını ve sebebini de gösteriyor. Hele de ÖSO’nun “rejimden ayrılan vatansever Suriyeli subaylar” tarafından değil, ABD ve müttefikleri tarafından kurulmuş bir örgüt[15] olduğunu öğrendiğimiz bu günlerde…
[1] Dünya Bülteni. 10 Nisan 2012. Kofi Annan'ın Suriye Planı nedir? http://www.dunyabulteni.net/haber/205440/kofi-annanin-suriye-plani-nedir
[2] CNN Türk. 9 Nisan 2012. Annan Planı kadük oldu. http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/
[3] CNN Türk. 11 Eylül 2014 Amerikan-Arap Ortak Bildirisi'ne Türkiye imza atmadı http://www.cnnturk.com/haber/dunya/amerikan-arap-ortak-bildirisine-turkiye-imza-atmadi
[4] Habertürk 7 Ekim 2014. Erdoğan: Kobani düştü düşecek! http://www.haberturk.com/gundem/haber/997321-erdogan-kobani-dustu-dusecek
[5] Cumhuriyet. 13 Nisan 2015. İşte Esad’ı devirme planı http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/253491/iste_Esad_i_devirme_plani.html
[6] Hürriyet. 15 Aralık 2015. Suudi Arabistan öncülüğünde teröre karşı İslam ittifakı http://www.hurriyet.com.tr/terore-karsi-islam-ittifaki-40027554
[7] Habertürk. 30 Kasım 2012. ‘El Kaide'nin Suriye'de esamisi okunmaz’ http://www.haberturk.com/yazarlar/nihal-bengisu-karaca/799010-el-kaidenin-suriyede-esamisi-okunmaz
[8] YDH 13 Aralık 2012. George Sabra: Cebhetu'n Nusra devrimin bir parçasıdır http://www.ydh.com.tr/HD11157_george-sabra--cebhetu-n-nusra-devrimin-bir-parcasidir.html
[9] BBC Türkçe. 6 Mayıs 2015. Türkiye, S. Arabistan ve Katar'ın 'Suriye ittifakı' ne anlama geliyor? http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150504_turkiye_suudi_arabistan_katar
[10] BBC Türkçe. 5 Mayıs 2015. ÖSO: Fetih Ordusu ile birlikte hareket ediyoruz http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150504_turkiye_suudi_arabistan_katar
[11] Haber Sol. 21 Aralık 2016. ‘Moskova Deklarasyonu’nun tam metni http://haber.sol.org.tr/dunya/moskova-deklarasyonunun-tam-metni-179778
[12] YDH 30 Ekim 2015. Viyana bildirisinin metni http://www.ydh.com.tr/HD14254_viyana-bildirisinin-metni.html
[13] Hürriyet. 30 Aralık Türkiye ve Rusya garantörlüğünde Suriye’de ateşkes http://www.hurriyet.com.tr/putin-suriyede-ateskes-saglandi-40321107
[14] Vatan. 30 Aralık 2016. ‘Terör örgütleri ateşkesin dışında’ http://www.gazetevatan.com/-teror-orgutleri-ateskesin-disinda--1023184-gundem/
[15] Sputnik 29 Aralık 20016. Erdoğan: ÖSO, ABD'nin 'birlikte kuralım' dediği bir örgüt https://tr.sputniknews.com/politika/201612291026541739-erdogan-oso-abd-orgut/