Tarih profesörü Üsame Makdisi, Osmanlı sonrası kurulan Arap devletlerinin Batılı emperyalizme hizmet ettiğini belirterek, günümüzde ABD hegemonyası altında şekillenen “Arap Cephe 2.0”ın Camp David, Oslo ve İbrahim Anlaşmaları gibi süreçlerle İsrail’in yayılmacılığını meşrulaştırdığını, Direniş Ekseni'nin ise bu yapıya rağmen varlığını sürdürdüğünü vurguluyor.

YDH- Tarih profesörü Üsame Makdisi'ye göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sonrası Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Arap devletleri, bölgenin yerli halklarının değil, Batılı emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet edecek biçimde şekillendi.
İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’daki hakimiyet planları, “kendi kaderini tayin” maskesi altında uygulanan dolaylı yönetim stratejileriyle yerel halkların özgürlük umutlarını boşa çıkardı.
1916’da İngilizler, Mekke’li Haşimi Şerif Hüseyin öncülüğündeki Arap İsyanı’nı destekleyerek Osmanlı’ya karşı Arapları kışkırttı. Ancak bu destek, bağımsızlık vaadinden ziyade, bölgedeki emperyal hakimiyetin pekiştirilmesine yönelikti.
Sykes-Picot Anlaşması’yla Arap toprakları İngiliz ve Fransız nüfuzu altına bölünürken, Arapların ulusal beklentileri görmezden gelindi.
1917’de İngilizlerin Balfour Deklarasyonu, Filistin’de Yahudi ulusal yurdu kurulmasını destekleyerek Arapların haklarını küçümsedi.
Araplar, resmi belgelerde “Yahudi olmayan topluluklar” olarak nitelendirildi. İngiliz-Fransız Deklarasyonu ise nominal bağımsızlık vaadinde bulunmasına karşın, bölge halklarının gerçek kontrolü emperyal güçlerin elinde bırakıldı.
1920’lerde kurulan Arap monarşileri—özellikle Haşimi ailesinin yönettiği Irak ve Transjordan—gerçekte emperyalizmin kuklalarıydı.
1948 Nakba’sından sonra Arap subaylar yabancı egemenliğine karşı isyan etti.
Cemal Abdünnasır’ın öncülüğünde 1952’de Mısır’da ve 1958’de Irak’ta gerçekleşen devrimler emperyalizme karşı direniş örnekleriydi. Ancak 1967’den itibaren ABD, İngiltere’nin yerini alarak bölgede yeni bir hegemonya kurdu ve Arap cepheyi yeniden şekillendirdi.
Makdisi, bugün karşı karşıya olduğumuz modelin, “Arap Cephe 2.0”, adıyla İngiliz sömürge döneminin temelleri üzerine ABD hegemonyasının inşa edildiği bir yenilik olduğunu öne sürüyor.
Yerel hükümdarlar sınırlı özerklik alanına sahip olsa da, ABD’nin emirlerine tam uyumları nedeniyle Arap halklarının özgürlük ve adalet taleplerini göz ardı ediyorlar.
İsrail’in yayılmacılığı, Camp David, Oslo ve İbrahim Anlaşmaları gibi süreçlerle meşrulaştırılırken, Arap yöneticiler direnişi engelliyor.
Muslim National Associations gibi kuruluşlar, Filistin’de hem Arap hem Yahudi toplulukları arasında siyasi işbirliğini teşvik etmek amacıyla Siyonist finansla kurulup işleyişe geçerken Sünni Arabistan’da Haşimi Şerif Hüseyin ve oğlu Faysal gibi liderler, 1919’daki Faysal‑Weizmann Anlaşması ile Yahudi‑Arap işbirliğine dayalı bir gelecek vizyonunu ortaya koydu.
Bu yapı altında Arapçılık fikri zayıflarken, “Arap Cephe”nin sürdürülmesi, emperyal güçlerin bölgedeki çıkarlarının korunmasında temel bir araç olmaya devam ediyor.
Makdisi'ye göre, Gazze’den Lübnan’a, Yemen’den diğer bölgelere kadar süren direniş örgütleri ve fikri varlığını sürdürse de, bölgedeki emperyal kontrol ve İsrail işgali karşısında Arap cephelerin etkinliği ciddi biçimde zayılıyor.
Tarihsel olarak İngiliz sömürge mirasının devamı niteliğindeki bu Sünni yönetimler Batı ile uyumlu bir statüko siyasetini tercih ediyor.
Direniş Ekseni ise bu statükoyu reddederek, özellikle Gazze, Lübnan ve Yemen’de İsrail ve ABD hegemonyasına karşı sahada fiili mücadele yürütüyor.
Makdisi düşüncelerini şu sözlerle sonlandırıyor:
''Sonuç olarak, Osmanlı sonrası Orta Doğu’da emperyalizmin gölgesinde kurulan “Arap Cephe” yapısı, gerçek bağımsızlık ve özgürlük yerine dış müdahalelerin yerel kuklası olmayı sürdürmektedir. Bu yapının ne kadar ayakta kalabileceği ise bölgedeki özgürlük ve adalet taleplerinin gücüne bağlı: Arapçılık artık yok, ama Arap cephesi hâlâ varlığını sürdürüyor.
Ders çok net: Eskiden olduğu gibi, bu yeni Arap cephesi de özgürlüğe götürmeyecek, hatta çoğu zaman buna karşı çalışacak. Zira bu cephe, dirensin diye tasarlanmadı, kurulmadı ve korunmadı. Ama cepheler de, sömürgecilik gibi, sonsuza kadar devam etmez.''