YDH- İran cumhurbaşkanlığı adaylarından Mir Hüseyin Musevi, Kelime adlı internet sitesine verdiği röportajında resmi çevrelerin son günlerde kendilerine yönelik saldırılarına cevap verdi.
YDH- İran cumhurbaşkanlığı adaylarından Mir Hüseyin Musevi, Kelime adlı internet sitesine verdiği röportajında resmi çevrelerin son günlerde kendilerine yönelik saldırılarına cevap verdi.
- İktidar sahipleri son haftalarda size ve Yeşil Hareket’e yönelik benzeri görülmemiş bir propaganda saldırısında bulundular. Ama siz bu saldırılar karşısında sessiz kaldınız. Bu sessizliğin sebebi nedir? Yeşil Hareket taraftarları sizden bu saldırılar karşısında bir şeyler söylemenizi bekliyordu.
- Ben cevap vermek istedim; ama aziz kardeşim Mehdi Kerrubi’nin mektubunun yayımlanmasından sonra bundan vazgeçtim. O, yapılan bu ahlaksızlıkların birçok sebebini ortaya koymuştu. Suskunluğumun ikinci sebebi, bu tür propagandaların eski dönemlerde kalmış olmasıdır. Onlar, Stalin dönemi Sovyetleri ve Çavuşesku dönemi Romanya’sı gibi totaliter rejimlerin yöntemlerini kullanıyorlar. Bu propaganda yöntemlerini kurgulayanlar ne kendi toplumumuzu tanıyorlar ne de uluslar arası ortamda yaşanan gelişmeleri kavrıyorlar. Onlar, hala iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmelerden önceki dünyada yaşıyorlar.
- Size ve Yeşil Hareket’in diğer liderlerine yapılan on günlük saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidar sahiplerinin bu propagandaları ne ölçüde etkili oldu?
- Önceki sorunuzda söylediğim sebeplerden dolayı bu propagandaların etkisi çok az olmakla kalmadı; içeriklerindeki insafsızlıktan dolayı ters etkiler de yaptı. Bu on gün, halkımızın bu beylerin mahiyetini tanımaları için iyi bir fırsat oldu. Bütün bu yalan ve iftiralar, bu hazretlerin İslam’ının nasıl bir İslam olduğunu gösterdi. Amerikalıların Suudi Arabistan aracılığıyla bize 1 milyar Dolar yardım yaptığını, zaferden sonra da 50 milyar Dolar göndereceğine dair söz verdiğini söyleyen mollaları tanıyoruz, şaşırtıcı değil. Bu bey, söylediği yalana ve attığı iftiraya rağmen hala resmi makamını koruyor. Bu yüzden düzeysiz sövgü ve tehditlerle birlikte örfe aykırı olarak yapılan bu propagandalar, Yeşil Hareket'e zarar vermediği gibi bu hareketin haklılığını ortaya koymuş oldu.
Bunlar, idrak edemiyorlar: Bir zamanlar bir keklik için saygın bir kişiyi öldüren biri, Sayın Hatemi gibi bir alimin Kur’an’ı anlamadığını iddia ediyor veya kendi sitelerinde İmam’ın güvendiği Devrim Savcısının Sovyetlerin casusu olduğunu, Bayan Rahneverd gibi bir mücadeleci Kur’an araştırmacısının Pehlevi ailesiyle işbirliği yaptığını söylüyorlar. Beni ve eşimi, halktan korktuğu için Avrupa’ya kaçıp orada ölen bir yazarın sözüyle mason olarak adlandırıyorlar. Halk bu iddiaları nasıl karşılıyor. Onlar bu uydurmaları ve yalanlarıyla Goabbles’ın [Nazi Almanya’sının Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı-YDH] yüzünü ak ettiler. Yalan ve iftirayı hurafe ve tahaccür dolu dinlerinin bir parçası haline getirdiler.
Ayrıca burada ince bir nokta da bulunmaktadır: Böylesine tuzlu sudan bir yemek de çıkmaktadır. Bu da, yönetimin bir kesiminin bu ülkenin halkından milyonlarca kişiyi çerçöp ve davar sürüsü olarak gören inancıdır. Onların böylesine büyük yalanları bu kadar yüreklice söyleyebilmesinin sebebi millete yönelik bu bakış açılarıdır. Onlar, hala milletin bilincine inanmıyorlar. Maalesef, halkın tümü için vatandaşlık hakkından ve tüm insanlar için onur ve saygınlık tasavvurundan dehşete kaplıyorlar.
- Tahran’daki Mehdiye’de ve başka yerlerde sizin Sayın Mehdi Kerrubi’nin ve diğer Yeşil Hareket şahsiyetlerinin hiçbir şey olmadığınız söylendi. Bu açıklamalar karşısında neler söylemek istersiniz?
- Aslında bu söz tamamen doğrudur. Ne ben ne de Kerrubi, kendimizin bir şey olduğumuzu söylemedik. Şeyh Ebu Said Ebu’l- Hayr’ın Ahvalat’ında şöyle bir şey geçmektedir. Şeyhe kendini rakip olarak gören bir alim, birini Şeyhin yanına gönderir ve ona “Ben bir fil gibiyim, siz ise bir sinek gibisiniz” der. Şeyh, buna cevaben, “Gidip ona deyiniz ki biz hiçbir şey değiliz, o sinek de sizsiniz” der. Elbette biz Şeyh’in derecesinde değiliz; fakat biz de onun dediği gibi diyoruz, biz hiçbir şey değiliz. Ama bu sizin halkın haklarını zayi etmenize ve milli misakı bu ayaklar altına almanıza delil teşkil etmez.
- Siz, Tahran’daki Aşura olaylarından sonra yayımladığınız 17. Bildiride de benzer şeyler söylemiştiniz. Hala aynı taleplerde bulunuyor musunuz?
- Evet ben 17. Bildiride söylemiştim: Sizler beni yok sayınız. Siz, bizi dikkate almadan zindanlardakileri serbest bırakınız ve anayasanın tüm maddelerine bağlı olduğunuzu ilan ediniz. Basını serbest bırakınız, tercihinize dayalı seçim değil serbest seçimler yapınız. O zaman ufkun aydınlandığını göreceksiniz. Bunun yerine ezme ve sindirme, taleplerin düzeyini yükseltecektir. Sindirme ve tutuklamalarla birlikte sürdürülen yalan dolana dayalı propagandalar, halkı giderek anayasal çerçevedeki reformlardan umutsuzluğa düşürecektir ve bir faydası da olmayacaktır.
- Mutelife Partisi Genel Sekreteri, sizin seçimlerden sonra bir heyetle yaptığınız görüşmede oyların bir kısmının sayılmasını kabul ettiğinizi; ancak daha sonra Müşareket ve Mücahidin-i İnkılab Partilerinin üyeleriyle yaptığınız görüşmenin ardından onların sizi bu kararınızdan caydırdığını söyledi. Bu, doğru mu?
- Maalesef, Mutelife’nin yeni genel sekreteri gerekli olgunluğa sahip değil. Ben bu iddiaları yalanlıyorum. Benim o toplantıda söylediğim son söz “hakemliğin kabulü”ydü. O toplantıya katılanlar hafızalarını yoklarlarsa şunu hatırlayacaklardır ki ben o toplantıda gerçeğin ortaya çıkarılması için kurulacak böylesi bir heyette kimlerin yer alabileceğine ilişkin bazı isimleri de örnek olarak zikrettim. Onun ülkenin iki muteber siyasi partisiyle ilgili iddiaları bir iftiradır. Halbuki o partilerin önde gelen üyeleri de zindandadır.
Ayrıca buna ilave olarak bir konuda daha açıklama yapmak istiyorum. Kutsal Savunma döneminin [İran-Irak Savaşı] Savunma Bakanlarından biri Arapça bir yayın organına benden naklen bir söz söylemişti. Onun ülkeye yaptığı hizmetlerden dolayı şimdiye kadar sabrettim ve bu konuda herhangi bir şey söylemedim. Ben hayret ediyorum, Müslümanlık iddiasındaki bu kişi, bunca belgeye ve delile, benim yaptığım bunca konuşmalara ve yayımladığım bildirilere ve kendisiyle yaptığımız görüşmemize rağmen Amerika’daki bir yayın organının sözlerine dayanarak ve onun da ötesine geçerek benim siyasi geçmişim konusundaki daha önceki söz ve davranışlarının aksine yargılarda bulunuyor. Demek ki o zamanlar riyakarlık yapıyormuş.
- Son dönemlerde Yeşil Hareket aleyhindeki propagandaların arttığını dikkate aldığımızda bu şartlarda toplumun ve Yeşil Hareket’in durumunu nasıl görüyorsunuz?
- Evet, yalanın, tahrifin ve tehdidin hacmi arttı. İdamlar ve tuhaf ve zalimce mahkumiyetler, korkutup sindirmeye yardımcı olmak için kullanılıyor. Daha da önemlisi, “itiraf alma” kültürü zindanların içinden çıkarılarak dışarıdaki siyasi hayata nakledildi. Bu kültür doğrultusunda siz eğer makamınızı korumak, bir yere seçilmek, büyük ya da küçük pazarlıklarda pay sahibi olmak veya ahlaksız dillerden korunup huzurlu bir hayat yaşamak istiyorsanız; itiraz edenleri, eleştirenleri ve Yeşil Hareketi mahkum etmek için gerekli “basirete” ve “anlayışa” sahip olmanız gerekiyor. Bu çerçevede onlar, Havza-yı İlmiyeleri ve Taklit Mercilerini bile affetmiyorlar. Şu an din alimlerine ve mercilere yönelik hakaretlere, küstahlıklara ve baskılara tanık oluyoruz. Ama ilginçtir ki bu görevlilerin ailelerinde bile Yeşil Harekete ve onun taleplerine ilgi giderek artmaktadır. Çünkü bu talepler halkın haklarına ve milli misaka uygun taleplerdir.
Halkımızın itiraf alma, tövbeci yaratma, dalkavukluk, yalan ve iftira konusunda iyi hatıraları yoktur. Bu hileler, geçtiğimiz ay kendi aleyhlerine döndü. Bütün bu adımlar, Yeşil hareket’in gelişmekte olduğunu göstermektedir. İnşaallah herkesin katılımıyla Yeşil Hareket’le ortaya konan hedeflere ulaşıncaya kadar bu süreç devam edecektir. Biz, inanıyoruz ki “فاما الزبد فیذهب جفاء و اما ما ینفع الناس فیمکث فی الارض” “Köpük gidecek ve insanlara faydalı olan kalacaktır.”
- Bu yalanlar, iftiralar, tersyüz etmeler, nihayet ortaya çıkacaktır; ancak yönetimin medya propagandasının belli bir cenahın tekelinde bulunan astronomik bütçesiyle gerçekleşmekte olduğu görmezden gelinemez. Sizce toplumda ve aileler arasında bölücülüğe ve ayrılık çıkarmaya dönük bu hareketlerin üstesinden nasıl gelinebilir? Yeşil Hareket, iktidar sahiplerinin kötü niyetleri ve kötü yönetimleri sebebiyle gün geçtikçe daha da derinleşebilecek bu ayrılıkları önlemek ve hükümetin ayrılıkçı ve bölücü tutumuna karşı ulusal bütünlüğü korumak için neler yapabilir?
- Bence asıl stratejiyi bilinçlendirme ve asıl yöntemi de her vatandaşı bir medya kılmaktır. Gazetelerin, mektupların, bildirilerin çoğaltılması, seçimlerden sonra yaşanan olaylarla ilgili film ve fotoğrafların yer aldığı CD’lerin çoğaltılması gibi basit örnekler bugün iyi ve derin etkiler yapmakta ve bunlar en uzak noktalara kadar ulaştırılmaktadır. İletişim çağının kendilerine sağladığı imkanları kullanan büyük bir aydınlatma ve bilinçlendirme ordusu söz konusudur ve bunlar kendi yaratıcılıklarıyla hakikatin mesajını ulaştırmak için en etkili yöntemleri bulmaktadır.
Ancak yalan ve iftirayla mücadele ederken ve hakikati aktarma çabalarının yanında seçim günlerindeki samimi sohbetleri ve tartışmaları da hatırdan çıkarmamak gerekir. Medeni diyalog ortamlarının sözde güvenlik müdahaleleriyle nasıl kargaşaya sürüklendiğini, tartışma ve diyalog seslerinin nasıl susturulduğunu, seçim tartışmalarında herkesin ötekinin sesini nasıl dinlediğini tecrübe ettiğimizi unutmayalım. Yeşil zincirin, ülkeyi ve şehri güneyinden kuzeyine tüm farklılıklarıyla birbirine nasıl bağladığını ve bize bir arada yaşamayı öğrettiğini unutmamalıyız. Bu paha biçilmez hatıralar, bugünümüz için değerli dersler ve örneklikler oluşturabilir.
Bugün de yapabildiğimiz ölçüde ulusal diyalog ve tartışma ortamını yaşatmayı birbirimize hoşgörü ve tahammülü deneyebiliriz. Birbirimizin görüşlerini ve sözlerini dinleyerek resmi medya tarafından dayatılan ayrılıklara ve bölünmelere karşı galip gelebiliriz.
Bizim Yeşil olmamız, tıpkı iktidar sahiplerinin ve tekelcilerin yaptığı gibi herkesi kendi rengimize boyayarak tek renk yapmak istediğimiz anlamına gelmemektedir.
Yeşil olmak, bir diğerinin farklılıklarını, görüş ve anlayış farklılıklarını anlayarak, öteki ile bir arada yaşamaktır. İktidar sahipleri kendi medyalarında ailede ve toplumdaki ayrılıkları derinleştirmeye çalışıyorsa, bizim de bu ihtilafları kabullenerek öteki ile barış içerisinde bir arada yaşayabilmenin formülünü ortaya koymak için çalışmamız gerekiyor.
Barışçıl bir şekilde bilinçlendirme, şiddete, ayrılık tohumları saçmaya ve cehalete karşı en büyük silahtır.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu