Mağluplar cephesinin savaş tehdidi

Amerika, İsrail ve Suudilerin saldırıları da bölgede şekillenmekte olan güç dengesini değiştiremeyecek.

Amerika, İsrail ve Suudiler’in İran’a yönelik savaş tehditleri, 12 Mayıs’tan sonra Tahran’ın davranışlarını değiştirmeye zorlamak için başvurulan bir blöften ibaret.

Yazının ilerleyen bölümlerinde açıklanacak sebeplerden dolayı Amerika, Suudi, İsrail koalisyonu, İran’a karşı başlatacağı bir savaşı ne bitirebilecek ne de sonuçlarını tayin edebilecek durumda.

Savaşın şimdiye kadar başlatılamamış olması da zaten bu koalisyonun uluslararası yasalara bağlılığından veya barışçılığından değil, sadece bu yalın gerçeklikten kaynaklanıyor.

12 Mayıs, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın 5+1 ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşmaya bağlı kalıp kalmayacağını açıklayacağı tarih.

Seçim kampanyası sırasında nükleer anlaşmayı çöpe atma vaadinde bulunan Trump, çok büyük bir ihtimalle altında Amerikan devletinin imzası bulunan çok taraflı bir anlaşmadan 12 Mayıs’ta çekilmeyecek.

Ancak anlaşmaya nükleer meseleyle ilgili dahi olması gerekmeyen yeni bir takım maddeler ilave edilmesini isteyecek ve hem anlaşmaya taraf olan 5+1’i hem de İran’ı bunu kabul etmeye zorlayacak. Son dönemde tırmanışa geçen savaş tehditleri işte bu zorlamanın manivelası.

Peki Amerika ve Suudi Arabistan’ın savaş tehditleri, İsrail’in ise Suriye’deki İran askeri varlığına yönelik saldırıları 12 Mayıs’a kadar Tahran’ın davranışlarında fark yaratıcı bir etki yapabilecek mi?

Tahran’dan verilen tepkiler düşünüldüğünde bu soruya olumlu cevap verebilmek mümkün gözükmüyor.

Zira ancak savaşı başlatan tarafın bitirmeye de muktedir olması, savaş tehdidini gerçekçi kılabilir ve karşı tarafı davranışlarını değiştirmeye zorlayabilir.

Amerika, Suudi Arabistan ve İsrail ise ne koalisyon olarak ne de tek taraflı olarak İran’a karşı başlatacağı bir savaşı, istediği şartlarda bitiremeyeceğini bildiği için savaş tehditleri ciddiye alınmıyor ve dolayısıyla da Tahran’ın davranışlarında bir değişiklik yaratması beklenmiyor.

İran’a karşı savaş ne kadar gerçekçi

Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan’ın diğer bölgesel müttefikleriyle birlikte İran’a karşı savaş başlatabilecek ve çok ağır darbeler vurabilecek askeri ve ekonomik kapasiteye sahip olduğu son derece açık.

Ancak bu kapasite Amerika’nın bölgedeki askeri üslerinin, Suudi Arabistan’ın ekonomik ve askeri altyapısının ve İsrail’in ise bütün bir varlığının korunaklı kalmasını garanti etmiyor.

Aslında iki taraf da 2000’li yılların başından beri kendi imkanlarıyla ve harekete geçirebildiği müttefikleriyle neler yapabildiğini ve gücünün sınırlarını gösterdi.

Örneğin Amerika, 2003’te tek taraflı olarak Irak’ı işgal etti.

2004’te Fransa ile birlikte Lübnan’a yönelik müdahalenin siyasal zeminini yarattı; 2006’da da İsrail’le birlikte savaştı.

2011’de Suudi Arabistan, Emirlikler, Katar, Türkiye, İngiltere ve Fransa ile birlikte silahlı grupları kullanarak Libya’yı ve Suriye’yi ateşe verdi.

2015’te ise Suudi Arabistan ve diğer ortaklarıyla birlikte Yemen’i tahrip etti.

Libya hariç olmak üzere ismi geçen bu yerlerin hepsinde Amerika ve müttefiklerinin karşısında ise hep İran ve müttefikleri oldu.

2003’ten 2018’e kadar devam eden bu savaşta, saldıran, tahrip eden ve zarar veren tarafın Amerika ve müttefikleri olduğu; savunan, tahrip edilen ve zarar gören tarafın ise İran ve müttefikleri olduğu doğru.  

Ancak savaşı başlatan tarafın başlattığı savaşı, kendi istediği şartlarda bitiremediği de doğru.

İşte bu yüzden 2003’ten 2018’e kadar müttefikler üzerinden yaşanan bu savaşlarda nasıl bir sonuç çıktıysa tarafların doğrudan kendileri arasında yaşanacak savaştan da aynı sonucun çıkması kimseye sürpriz gelmiyor.

Amerikan gücünün sınırları

Amerika’nın 2000’li yılların başından beri bölgeye yönelik müdahalelerinin gerekçesi de, hedefi de sonucu da hiç değişmedi.

2001’de Afganistan, 2003’te Irak, 2004’te Lübnan, 2011’de Libya ve Suriye müdahalelerinin gerekçesi ‘terör ve güvenlik tehdidi’, hedefi ise ‘istikrarlı düzen kurmak’ olarak açıklandı.

Ancak sonuç hep başarısız oldu; çünkü müdahale sonrasında Amerika’nın hedeflediğinin tam tersi sonuçlar ortaya çıktı.

Amerika, Afganistan’ı terör; Irak’ı ise kitle imha silahları ve teröre destek gerekçesiyle işgal etti.

Afganistan’da Talibansız ve terörsüz bir devlet, Irak’ta ise Büyük Ortadoğu Projesi’ne model oluşturacak bir devlet inşasını hedef olarak belirledi.[1]

2004’teki yerel, bölgesel ve uluslararası şartlar sebebiyle Lübnan’da işler kolay gözüküyordu.

Çünkü ‘Sedir Devrimi’ adı verilen şartlarla Lübnan’da hükümet devirebilecek kadar güçlü bir Suriye karşıtı cephe yaratılmıştı.

Irak işgali sebebiyle bölgede hiç olmadığı kadar güçlü bir Amerikan askeri varlığı söz konusuydu. Uluslararası alanda ise 1559 sayılı BM kararına en büyük desteği Irak işgaline karşı çıkan Fransa veriyordu.

Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı BM kararı, Lübnan’ı İsrail için dikensiz gül bahçesi haline getirmeyi hedefliyordu.

Lübnan’a siyasi müdahaleyi 2004’te kendi yaptı, askeri müdahaleyi ise 2006’da İsrail’e havale etti.

2011’de Libya için çıkarılan 1973 sayılı BM kararı ‘sivilleri koruma sorumluluğu’ ile gerekçelendirildi; ancak bu karar Batılı ve bölgesel müttefik ülkelerin de askeri desteği ile rejimi devirmek için kullanıldı.

WikiLeaks’a sızan yazışması sayesinde dönemin Şam Büyükelçisi William Roebuck[2] tarafından 2006’da projelendirildiği anlaşılan ‘Suriye devrimi’ ise en geniş katılımlı Amerikan projesiydi.

Rusya ve Çin’in vetosu sebebiyle Libya modelinin uygulanamadığı Suriye’de dinin, mezhebin ve insani değerlerin araçsallaştırıldığı bir vekalet savaşına başvuruldu.

İran’la Hizbullah’la ve Hamas’la ilişkisini kesecek,[3] bir Suriye tasarımı söz konusuydu. Bu projenin gönüllü askeri de İslamcılar oldu.  

ABD her yerde mağlup

Amerika, Afganistan’da yenildi; çünkü 17 yıl önce devirdiği Taliban’la şimdi müttefikleri aracılığıyla uzlaşmaya çalışıyor.[4]

Amerika Irak’ta yenildi; çünkü 2003’te askeri olarak işgal ettiği Irak’ı, 2005’ten beri İran’ın müttefiki olan Iraklılar yönetiyor. ‘Irak’ın İran’a teslim edildiği’ şeklindeki Arap suçlaması artık, resmi görüş düzeyinde bir başarısızlık itirafı olarak dile getiriliyor.[5]

Amerika Lübnan’da yenildi; çünkü Suriye ordusu Lübnan’dan çıkarılınca kolayca silahsızlandırılabileceği düşünülen Hizbullah, Lübnan içinde siyasi açıdan, bölgede ise askeri açıdan en belirleyici aktörlerden biri oldu.

Amerika Libya’da yenildi; çünkü rejimini devirdiği Libya’da kendi büyükelçisini bile koruyamadı. Diktatörlükten kurtarmakla övündüğü Libya şimdilik fiilen en az üçe bölünmüş durumda ve köle pazarlarıyla anılıyor.[6]

Ve Amerika Suriye’de yenildi; çünkü 2011’deki devrim projesiyle bağlantısını kesmeye çalıştığı Rusya, İran ve Hizbullah, Suriye’de hiç olmadığı kadar güçlü ve belirleyici hale geldi. Suriye yönetimi de halkıyla hiç olmadığı kadar bütünleşti.  

Yenilginin en ağır sonucu

Libya ve Afganistan’daki yenilgiler, Amerika’nın rolünü sınırlayabilecek aktörler ve yeni bir oyun düzeni ortaya çıkaracak kadar büyük değil. Dolayısıyla Washington buralarda hala tek belirleyici güç.

Ancak, Irak, Lübnan ve Suriye’deki yenilgilerin yarattığı karşı güç dengesi, Amerika’nın sadece bu ülkelerdeki değil, tüm bölgedeki belirleyici rolü açısından ölümcül bir tehdit oluşturuyor.

Oyun kurucu rolünü kaybeden Amerika Irak, Suriye ve Lübnan’da sadece sabotajcı

Elbette bu, Amerika’nın Irak, Lübnan ve Suriye’de etki gücünü kaybettiği anlamına gelmiyor.

Ancak Irak ve Lübnan’da İran’ın, Suriye’de ise Rusya ve İran’ın yarattığı karşı denge sebebiyle Washington’un bu ülkelerde tek taraflı olarak oyun kurucu olma pozisyonunu kaybettiği açık.

Bir başka deyişle Amerika tek taraflı olarak veya müttefikleriyle birlikte bu ülkelere siyasi veya askeri açıdan müdahale edebilecek durumda olmakla birlikte, bu ülkelerde düzen kurucu ve belirleyici olabilecek durumda değil.

Amerika’nın oyun kurucu olma pozisyonunu kaybetmesi ve rolünün sadece sabotajcılık düzeyine gerilemesi, müttefikleri üzerindeki nüfuzunu tartışmalı hale getirdiği için çok önemli. Zira Amerika, Soğuk Savaş sonrasında ilk kez bu kadar açık bir pozisyon kaybı yaşıyor.

Amerika’nın Ortadoğu’daki varlığını azaltması, Obama döneminde gündeme gelmişti; ‘ülke içine dönmek’ Trump’ın hem seçim kampanyası sırasında hem de başkan olduktan sonra vurguladığı bir vaat oldu.

Amerika’daki ülke içine yönelme eğiliminin dünyadaki oyun kurucu rolün sınırlanmasıyla doğrudan bir ilgisi var mı bilemiyoruz. Ancak Amerika’daki bu yeni eğilim, en çok İsrail ve Suudi Arabistan rejimlerini kaygılandırıyor.

Değişen kaygılar değişmeyen gerçeklik

Amerika, İran’ın nükleer programını; Suudiler, bölgesel nüfuzunu, İsrail ise Suriye ve Lübnan’daki varlığını varoluşsal bir kaygı olarak dile getiriyor. Ancak kaygılarını gidermek üzere attıkları adımlar, kaygılarını daha da arttıracak yeni durumların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Örneğin Obama yönetimi İran’ın Tahran araştırma reaktörünün yakıt ihtiyacı için talep ettiği yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyumun takas yoluyla teminine izin vermedi. İran’ın yakıtı kendi tesislerinde üreteceğine dair açıklamasını ise ‘o teknoloji sizde yok’ deyip blöf olarak niteledi.

Ancak İran’ın Fordo tesislerinin uranyum zenginleştirme kapasitesinin blöf değil bir gerçeklik olduğunu anlayınca da mevcut nükleer anlaşmaya giden müzakere yolu açılmış oldu.[7]   

Trump’ın şimdi İran açısından bir kazanım gördüğü için karşı çıktığı nükleer anlaşma, Washington’un 2015’te en iyi çözüm gördüğü için imzaladığı bir anlaşmaydı. Çünkü bu anlaşma ile İran, NPT’den kaynaklanan yasal haklarından taviz vererek uranyum zenginleştirme oranını düşürmeyi ve bazı tesisleri de kapatmayı kabul etmişti.[8]

Trump, 12 Mayıs’ta NPT’de olmamasına rağmen İran’ın uranyum zenginleştirme programının sınırlandırılmasına imkan veren bu anlaşmadan çekilirse, İran’ın da NPT de dahil olmak üzere nükleer programla ilgili tüm anlaşmalardan çekilme hakkı doğmuş olacak.[9]

Peki İran’ın nükleer programını kontrol altında tutmaya imkan sağlayan bir anlaşmayı sabote eden Amerika, İran’ın NPT’den ayrılması ve Ajans’la işbirliğine son vermesi halinde nükleer programının düzeyinden hangi mekanizma ile haberdar olacak?

Bu, Amerika’nın oyun kurucu rolünü kaybettiğini ve sadece sabotajcı olabildiğini kanıtlayan basit bir soru.

Benzer soruları Suudiler ve İsrail’in attığı adımlar için de sormak mümkün. Örneğin kendi müttefiki olan Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi rehin alıp, aşağılayan ve istifaya zorlayan Suudiler ile F-16’sı düşürüldükten sonra Suriye’yi artık sınır ötesinden vurabilen İsrail, İran’dan yana kaygılarını giderecek nasıl bir oyun kurmuş oluyor?

İsrail’in savaş tehditleri kime mesaj İran’a mı Amerika’ya mı?

İsrailli Gazeteci Ben Caspit’in İsrail ordusundan üst düzey bir yetkiliden aktardığına göre Netanyahu’nun tüm ısrarına rağmen Trump, Suriye’den çekilmekte kararlı olduklarını söyledi. İsrail de  bu sebeple Suriye’de artık kendisini yalnız gördüğü için Suriye’deki İran askeri üslerini vurarak Tahran’a ‘Suriye’deki askeri varlığına izin vermemek için savaşı dahi göze alıyorum’ mesajı vermek zorunda kaldı.[10]

Ancak öne sürülen gerekçe ve ortaya konan eylem şekli düşünüldüğünde İsrail’in İran’dan çok Amerika’ya mesaj verdiği anlaşılıyor.

Zira Amerika’nın Suriye’den çekilmekte kararlı olması sebebiyle kendini yalnız hisseden İsrail’in ‘eğer Suriye’den çıkarsan savaş çıkarırım’ diye Amerika’ya mesaj vermesini, ‘eğer Suriye’den çıkmazsan savaş çıkarırım’ diye Tahran’a mesaj vermesinden daha gerçekçi kılan sebepler şunlar.

1- Suriye savaşı boyunca general düzeyinde komutanlarını, çok sayıda askerini kaybetmesine ve Avigdor Lieberman’ın ifadesiyle Suriye’de 13 Milyar[11] dolar kaybetmesine rağmen Suriye’den çekilmeyi düşünmeyen İran’ın İsrail tehdidini ciddiye alması için sebep yok.

2- Dimona nükleer santrali ve Hayfa’daki amonyak tesisleri, Hizbullah’ın on binlerce füzesinin menzilinde bulunan İsrail’in değil İran’la Hizbullah’la bile yeni bir savaşı göze alacak durumda olmadığı yetkililerce de itiraf ediliyor.[12]

3- İran’ın Suriye’deki hassas dengelerden ötürü, saldırılara cevap vermemesi, zaten savaş ihtimalini ortadan kaldırır. Ertelemesi veya derhal cevap vermesi ise kendi başına savaş nedeni olabilecek şeyler değil. Nitekim İsrail’in 18 Ocak 2015’te Kuneytra’daki saldırısına Hizbullah, 28 Ocak’ta Şeba Çiftliklerinde cevap vermiş; İsrail rejimi aynı gün UNIFIL aracılığıyla yeni bir karşılık vermeyeceği mesajını göndererek çatışmayı savaş düzeyine taşımaktan sakınmıştı. Dolayısıyla İsrail’in Suriye’de İran mevzilerini vurması, İran’ı Suriye’den çekilmeye zorlamaktan oldukça uzak.

4- İsrail’in İran’la savaşı göze alabilme ya da savaşı kendi istediği şartlarda bitirme ihtimali olmadığı gibi, Amerika’nın muhtemel bir savaşta İsrail’i yalnız bırakma ihtimali de yok.

İşte bu sebeplerden dolayı İsrail rejiminin savaş tehditlerinin muhatabı Suriye’den çıkmasını istediği İran değil, Suriye’den çıkmasını istemediği Amerika.

Sonuç

İsrail rejiminin Temmuz 2015’te “Biz Suriye’nin eskisi gibi birleşik bir devlet haline gelmesine şans tanımıyoruz. Suriye artık omlet oldu. Omletten de bir daha yumurta yapamazsınız”[13] diye diye tasvir ettiği Suriye manzarası yok.

Amerika’nın 2003’te İran’ı şer ekseni ilan etmesi, 2005’te Erbil’deki bürolarını basıp İranlı diplomatları kaçırması ve aylarca rehin tutması, nasıl Irak’ta yeni bir güç dengesi oluşmasını önleyemediyse; Amerika, İsrail ve Suudilerin saldırıları da bölgede şekillenmekte olan güç dengesini değiştiremeyecek.

 Bu bir slogan değil, 15 yıllık tarih tanıklığı.



[1] Hürriyet. 11 Haziran 2004. Bush’a Chirac freni http://www.hurriyet.com.tr/dunya/bush-a-chirac-freni-232727

[2] YDH. 29 Nisan 2018. ABD elçisinin kaleminden Suriye için yıkım projesi http://www.ydh.com.tr/HD15624_abd-elcisinin-kaleminden-suriye-icin-yikim-projesi.html

[3] BBC, 2 Aralık 2011. Suriye muhalefeti 'Esad sonrası' İran'la ilişkileri kesecek https://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/12/111202_syrian_opposition

[4] Hürriyet. 15 Ocak 2018. Afgan hükümeti açıkladı: Taliban'la İstanbul'da görüştük http://www.hurriyet.com.tr/dunya/talibanla-istanbulda-gorustuk-40710160

[5] Star. 20 Ekim 2016. Trump: Bağdat'ı İran’a teslim ettiniz http://www.star.com.tr/dunya/trump-bagdati-irana-teslim-ettiniz-haber-1151277/

[6] NTV. 16 Kasım 2017. Libya'da kaçak göçmenler için köle pazarı kuruldu https://www.ntv.com.tr/dunya/libyada-kacak-gocmenler-icin-kole-pazari-kuruldu,T6TMPOMn_ESTCYmrLs9qqw

[7] YDH. 22 Eylül 2009. İran ve ABD arasında yeni bir sayfa ‘kahramanca esneklik’ http://www.ydh.com.tr/YD380_iran-ve-abd-arasinda-yeni-bir-sayfa-kahramanca-esneklik.html

[8] YDH. 5 Nisan 2015. Nükleer anlaşma, kazananlar, kaybedenler ve kardan zarar edenler http://www.ydh.com.tr/YD455_nukleer-anlasma-kazananlar-kaybedenler-ve-kardan-zarar-edenler.html

[9] ISNA. 26 Mart 2018. آمریکا از برجام خارج شود، ما از NPT خارج می‌شویم https://www.isna.ir/news/97020603749/%D8

[10] Al Monitor. 11 Nisan 2018. İran’a karşı yalnız kalan İsrail el yükseltiyor http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2018/04/israel-syria-iran-us-donald-trump-benjamin-netanyahu-assad.html#ixzz5EHdzcMuV

[11] AA, 26 Nisan 2018. Israel threatens to destroy Iranian posts in Syria https://www.aa.com.tr/en/middle-east/israel-threatens-to-destroy-iranian-posts-in-syria/1129071?amp=1

[12] YDH. 1 Mayıs 2018. ‘İsrail kuzey cephesinde savaşa hazır değil’ http://www.ydh.com.tr/HD15627_israil-kuzey-cephesinde-savasa-hazir-degil.html

[13] Hürriyet. 21 Temmuz 2015. Suriye artık omlet oldu http://www.hurriyet.com.tr/suriye-artik-omlet-oldu-29606320



Makaleler

Güncel