İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İsrailli Milletvekili Amir Weitmann'ın, ''İsrail-Ukrayna koalisyonunun zaferi'' olarak yorumladığı Şam'ın düşme sürecini, Suriye ordusunun dinamiklerini ve Suriye'nin yokluğunda bir Direniş Ekseni'nin içeriğini ve rotasını açıkladı.
YDH- Tahran merkezli Meşrik’in bildirdiğine göre, İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, 8 Aralık Pazar günü katıldığı özel bir haber programında bölgedeki son gelişmeleri değerlendirdi.
Direniş Ekseni’nin içinde bulunduğu koşullardan ve geleceğinden bahseden İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, ‘’Direniş’in bir okul ve ideal olduğunu, kendi yolunu bulacağını’’ kaydetti:
‘’’Suriye olmayınca direniş biter’ diye bir şey yok. Yemen ile irtibat hatlarımız devam etmiyor mu? Gazze'ye giden bağlantılarımız hala çalışır durumda değil mi? Yemen ile Gazze direniyorlar. Direniş zaten kendi yolunu bulacaktır çünkü özü geleneksel savaşın ötesindedir; ortadan kaldırılamayacak bir ideale dayanır. Bazı kısıtlamalar olsa da direniş kendi savunma araçlarını başarıyla edinmiştir ve çabalarını sürdürecektir. Kimse Suriye'nin direnişin alanından çıkmasıyla bu yolun duracağını düşünmesin.’’
Direniş’in inişleri olur, çıkışları olur ama o bir okuldur, bir düşüncedir.’’
İran Dışişleri Bakanı, ‘’direnişin zayıf olduğu düşüncesinin temelden yanlış olduğunu’’ vurgulayarak ‘’direnişin bir ekol olduğunun ve asla yok olmayacağının’’ altını çizdi.
İran Dışişleri Bakanı, “Hizbullah liderini, Şehit Seyyid Hasan Nasrullah'ı kaybetti ama bu ilk defa yaşadıkları bir şey değildi. Direnişin felsefesi azim ve istikrardır. Bana göre direniş kendi yolunu çoktan bulmuştur.” dedi.
Abbas Arakçi, ‘’hem Hamas’ın hem de Hizbullah’ın sağlam durduğunu ve İran İslam Cumhuriyeti’nin gelişmeleri zekice ve yetkin bir şekilde izlediğini’’ kaydetti.
Arakçi, ‘’Varlığımız olan direnişi ve Hizbullah'ı desteklemeye devam edeceğiz.” dedi.
‘Suriye ordusu psikolojik olarak ele geçirilmişti’
Suriye'deki 'muhaliflerin’ 27 Kasım 2024 tarihinde başlayan ‘taarruzunun' etkilerini ve daha öncesini değerlendiren Arakçi, ‘’kendisine göre durumun açık olduğunu hem mevcut analizlerin hem de önceki raporların böyle bir eylem olasılığını ortaya koyduğunu’’ ifade etti.
‘’Hem analitik bir bakış açısıyla hem de mevcut bilgilere dayanarak, ABD ve Siyonist rejim tarafından Direniş Ekseni’ne sürekli zorluklar yaratmayı amaçlayan koordineli bir çaba olduğu açıktı. Biz koordineli çabanın her zaman farkındaydık.’’ diyen İran Dışişleri Bakanı, İsrail-Amerika’nın Gazze ve Lübnan'daki eylemlerinin ardından ‘’bu sürekli zorluklar yaratma amacının devam etmesinin beklendiğini ve bunun doğal olduğunu’’ belirtti.
Suriye’deki son olayların zamanlamasında ‘’İran’ın Siyonist rejimle karşı karşıya gelmesi ve Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin’’ rol oynadığını ancak Suriye’ye yönelik son hamlenin başarısının ana faktörünün ‘direnmeyen Suriye ordusu olduğunu’’ vurgulayan Arakçi, ‘’Diğer direniş güçleri de başka işlerle meşgullerdi, zorluklar yaşamalarına rağmen rollerini oynadılar.’’ dedi ve ekledi:
‘’Suriye ordusu direnmiş olsaydı Haleb bile düşmezdi ve bunu gönül rahatlığıyla söylüyorum.”
İranlı üst düzey yetkili ‘’devam eden komplodan haberdar olduklarını, hatta ne kadar askerin eğitildiğinden ve organize edildiğinden de haberdar olduklarını, geçen hafta Beşşar Esed ile de aynı şeyleri konuştuklarını ve Esed’in de kendi ordusunun durumundan etkilendiğini ve ordudaki motivasyon eksikliğine şaşırdığını’’ anlattı.
Arakçi, ‘’Şaşırtıcı olan, Suriye ordusunun başlatılan bu harekete karşı koyamaması ve bu eylemlerin hızlı bir şekilde gerçekleşmesiydi.’’ dedi.
Arakçi, ‘’saha ve istihbarat açısından İran'ın ve Suriye'nin güvenlik istihbarat sistemlerindeki dostlarının İdlib ve o bölgelerdeki hareketlerden tamamen haberdar olduğunu ve ilgili tüm bilgilerin Suriye hükümeti ve ordusuna aktarıldığını.” vurguladı:
“Önemli olan ordunun geri çekilme hızı ve şekliydi, onun dışında diğer her şey önceden bildirilmişti. Suriye ordusunun hiç direnememiş olması bence daha çok meselenin psikolojik boyutundan kaynaklanıyordu ya da belki de başka meseleler vardı. Ama kimse buna inanmadı. [Eski] Cumhurbaşkanı Beşşar Esed benimle ve Sayın [Ali] Laricani ile görüştüğünde, kendi ordusunun durumuna ilişkin şaşkınlığını ve memnuniyetsizliğini dile getirdi. Öte yandan Suriye hükümeti içinde bile Suriye ordusuna ilişkin doğru analiz eksikliği vardı. Bana göre Suriye ordusu psikolojik olarak ele geçirilmiş bir haldeydi.’’
Tüm bunların ışığında Abbas Arakçi, ‘’Suriye'deki gelişmelerin çok hızlı ve beklenmedik olduğu ve pek çok soruyu gündeme getirdiği konusunda hemfikirim.” dedi.
‘Teröristler için bir merkez’
Geçtiğimiz günlerde Suriye’deki silahlı gruplar için kullandığı ‘muhalif’ ifadesinin tartışıldığını gözlemleyen Arakçi, ‘’kastettiğinin meşru muhalefet olduğunu, yani terörist grupların parçası olmayan muhalefet anlamına geldiğini’’ açıkladı ve ‘’Suriyeli muhalif gruplardan bazıları BM'nin terörist gruplar listesine kaydedilmiştir ve gerçek şu ki, Suriye hükümetinin muhalifleri, Suriye'nin kuzey ve güneyindeki Kürtler de dahil olmak üzere birçok farklı yelpazeden geliyor ve farklı tür ve çeşitleri var.’’ dedi.
Astana sürecinin ‘’İran, Rusya ve Türkiye'nin Suriye devleti ve muhalefeti arasında siyasi diyalog kurulmasına, siyasi reformlar yapılmasına, gerekirse anayasada değişiklikler yapılmasına yardımcı olmayı’’ hedeflediğini açıklayan Arakçi, sürecin 10 yıldır bu yönde ilerlediğini ancak beklendiği kadar iyi gitmediğini söyledi.
‘’Sayın Esed hükümetinin bu yönde çok az esnekliği ve çok az hızı vardı.’’ diyen Arakçi şunları vurguladı:
“Astana toplantılarının devamının diğer üyelerin davranışlarına bağlı olması doğaldır ve bu toplantıları devam ettirebileceğimizi umuyoruz. Şimdiye kadar, Suriye hükümeti oradayken, iç meselelerini Suriye hükümetine bırakmıştık, ancak şimdi, yaptığımız açıklamaya dayanarak, siyasi süreç için kriterimiz, Suriye'de kapsayıcı bir hükümetin kurulmasına yol açacak bir çözümdür, böylece tüm taraflar bu ülkedeki gelişmeler sürecinde rol ve etkiye sahip olabilirler.”
7 Aralık’ta Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleştirilen Astana Süreci zirvesine değinen Arakçi, ‘’Suudi Arabistan, Irak, Mısır ve Ürdün dışişleri bakanları böyle bir toplantının yapılacağını öğrendiklerinde, daha önce toplantıya katılma planları olmamasına rağmen hemen Doha'ya koşup geldiklerini, İran’dan Astana Süreci üyesi ülkeler ile bu beş ülke arasında ortak bir toplantı düzenlemesini istediklerini’’ açıkladı.
7 Aralık’taki toplantıya katılan tüm üyelerin ‘’endişesinin Suriye'nin çöküşe doğru gitmemesi, Suriye'nin iç parçalanmaya doğru gitmemesi, Suriye'nin teröristler için bir araç haline gelmemesi ve IŞİD'in geri dönmemesi’’ olduğunu belirten Arakçi, ‘’Suriye hükümeti ile muhalefet arasında diyaloğun başlaması çağrısında bulunduk. Bu, bölgedeki sekiz ülkenin dün gece saat 20:30'da yaptığı bir talepti ancak hız ve gelişmeler çok hızlı oldu.’’ diye ekledi.
27 Kasım-8 Aralık sürecini değerlendirmeye devam eden İranlı yetkili şöyle söyledi:
‘’Kamu ve halk diplomasisi eylemi olarak Şam'da bir restorana gittim. Bölgenin endişeleri o gece ‘muhalefet’ açıklaması şeklinde dile getirildi ve bu endişeler hala mevcut ve bu endişelerin gerçekleşmemesi için bunu izliyor ve gelişmeleri takip ediyoruz.
Mezhep savaşı, iç savaş ya da Allah korusun Suriye'nin tamamen parçalanması ve çökmesi, teröristler için bir merkeze dönüşmesi endişeleri var”
Abbas Arakçi, ‘’Siyonist rejimin komplolarının hiçbir zaman sona ermediğini ve ermeyeceğini, tam da bu nedenle uyanık olmak gerektiğini’’ vurguladı ve ‘’Suriye'de terörizmin gelişmesine izin verildiğini’’ bildirdi.
Arakçi, ‘’İç çatışmalar ve IŞİD’in geri dönüşü için bir zemin yaratıldığında, bunun tüm bölge için sonuçları olacaktır.’’ diye ekledi.
Suriye ve İran’ın IŞİD’e karşı zaferi
İran ve Suriye ilişkilerini değerlendiren Arakçi, ‘’iki ülkenin arasındaki kırk yıllık ilişkinin üç farklı alanda olduğunu’’ ve bunların başında Direniş’in geldiğini belirtti:
‘’Suriye ile İran’ın ilişkisinin birinci alanı Direniş’tir. Suriye'nin Direniş Ekseni’nin önemli bir üyesi olduğu, Siyonist rejime karşı koymada ve Filistinlileri savunmada önemli bir rol oynadığı, büyük baskılara göğüs gerdiği ve bu idealinden asla vazgeçmediği için bu ilişki her zaman var oldu ve biz her zaman Suriye'yi direniş alanında çok önemli bir üye olarak destekledik.’’
İran ve Suriye arasındaki ikinci temas alanının IŞİD ile mücadele olduğunu belirten Arakçi şunları söyledi:
‘’IŞİD bir noktada bölgesel ve bölge ötesi bir fenomen olarak önce Irak'ta sonra da Suriye'de ortaya çıktı ve uluslararası bir endişe yarattı. Bu olguyla mücadelede ana rolü İran İslam Cumhuriyeti oynadı ve hem Suriye'nin hem de Irak'ın talebi üzerine bu ülkelere güç gönderdik ve tabii ki bu esas olarak kendi güvenliğimizi sağlamak içindi.
Irak ve Suriye'de savaşmasaydık, onlarla [IŞİD militanları] İran'da savaşmak zorunda kalırdık ve akabinde topraklarımızda en az tehditle karşılaşmak için IŞİD'le topraklarımızın dışında savaşmak zorunda kalacaktık.
Aslında IŞİD'e karşı kazanılan zaferin büyük ölçüde IŞİD karşıtı operasyonu yöneten şehit General Hac Kasım Süleymani'nin sonucu ve başarısı olduğunu söylemek gerekir.”
IŞİD yenilgiye uğratıldığında, Suriye hükümetinin talebi üzerine oraya giden İran güçlerinin yine Suriye hükümetinin talebi üzerine geri çekildiğini açıklayan Arakçi, ''Bizim başka bir görevimiz yoktu, ancak bazı güçlerimiz danışmanlık sorumluluklarıyla oradaydı.” dedi.
Arakçi, Suriye'ye İran desteğinin üçüncü boyutunun Suriye hükümetinin halkı ve muhalifleriyle olan ilişkisiyle ilgili olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Suriye hükümetini her zaman aralarındaki farklılıkları çözmek için muhalifleriyle diyalog kurmaya yönlendirdik; bu konuda onlara danışmanlık ve rehberlik edecek ölçüde işbirliği yaptık.’’
Üçüncü alan ve Suriye'nin iç meselesi olan ''muhaliflerle diyalog ya da muhtemelen onlarla karşı karşıya gelme konusunun Suriye tarafının kendisiyle ilgili olduğunu'' belirten İran Dışişleri Bakanı, ''İranlıların Suriye'de Suriyelilere danışmanlık ve rehberlik yaparak yardımcı olduklarını'' açıkladı ve ekledi:
‘’Aslında şu anda sorunlu olan kısım burası ve Suriye ordusu burada görevini gerektiği gibi yapmadı ve bizim hiçbir zaman Suriye ordusunun iç sorunlarının çözümünde onun yerini almamamız gerekiyordu.
Şu anda silahlı gruplar Suriye'ye girdi ve yerleşti ancak gerçek şu ki Suriye'de farklı etnik kökenlerden ve farklı siyasi yelpazelerden gelen çok çeşitli gruplar var. Bugünlerde farklı bölgelerin hakimiyetine ilişkin renkli haritaya bakarsanız, farklı grupların her birinin kendi kontrolleri altında bölgeler olduğunu görürsünüz. Biz Suriye halkının iradesinin bu ülkede hâkim olmasını istiyoruz ancak bunun kolay bir yol olmayacağını tahmin ediyorum.”
İranlı yetkili, ‘’Suriye'de gördüğümüz mevcut siyasi sahneden bahsetmeyeceğini zira her ihtimalin var olduğunu’’ bildirdi, ‘’bölgedeki bazı ülkelerin Suriye’de olanlardan ötürü çok kızgın olduğunu’’ ifade ederek, ‘’Suriye örneğini Libya, Sudan ve Lübnan'da gördük’’ dedi.
İsrail’in koordineli işgal faaliyetleri
İran Dışişleri Bakanı, Siyonist rejimin Golan'ın bazı bölümlerini yeniden ele geçirdiğini de ifade etti.
İsrail rejimine karşı ‘’Lübnan'daki direnişin yıllarca yetecek silahları ve yetenekleri var’’ diyen Arakçi şunun altını çizdi:
“Hizbullah'ın Lübnan'daki direnişi, bir ya da iki yıldan daha uzun süre direnebilmesi için ihtiyaç duyduğu yeterli silah, teçhizat ve imkâna sahip olduğu bir gerçektir ve Suriye'deki gelişmelerle Lübnan'daki Hizbullah'ın zayıflayacağını söylememiz söz konusu değildir.
Gazze'de ateşkesin 20 Ocak'tan ve Trump'ın gelişinden önce sağlanacağına dair ‘’güvenilir bir haber görmediğini’’ belirten Arakçi ateşkes anlaşmasının ‘kendine has karmaşıklıkları’ olduğunu ifade etti.
Hamas’ın ateşkesi kabul ederse bunun ‘yenilgi’ anlamına geleceğini öne süren İranlı yetkili, ‘“İsrail ve Netanyahu Gazze'ye Hamas'ı yok etme hedefiyle girdi … Dolayısıyla Netanyahu için yenilgiyi kabul etmenin sorunu, ateşkesi kabul ederek aslında kendi yenilgisini kabul etmesi ve İsrail'in Gazze'deki yenilgisini onaylaması olacaktır.’’ diye ekledi.
“Siyonist rejimle yüzleşmek ve Filistinlilerin haklarını savunmak süregelen bir mücadeledir. Her iki taraf da birbirlerine karşı pek çok hamle yapıyor ve Siyonist rejimin komplolarına karşı her zamankinden daha dikkatli olmalıyız.’’ vurgusuyla konuşmasını sürdüren Arakçi, İran’ın Suriye’deki gelişmeleri dikkatle izlediğinin üstünde durdu.
Suriye’deki değişimin sosyo-kültürel etkileri
İranlı Bakan, konuşmasının sonlarına doğru Suriye’deki yeni hükümeti gözlediklerini açıkladı; ‘’Eğer o hükümeti tanıyacak bir noktaya gelirsek, Tahran'daki Suriye büyükelçiliğini onlara devretmemiz doğaldır; o zamana kadar mevcut büyükelçi ve personel büyükelçiliklerinde kalacaktır.’’ dedi.
İranlı üst düzey yetkili, '“Suriye'de bulunan İranlıların güvenliğini sağlamak için farklı taraflarla çeşitli temaslarımız var ve inşaat vb. işler için Suriye'ye giden herkesi ülkelerine geri göndereceğiz.” dedi ve konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
“Bu sabah Şam'daki İran Büyükelçiliğine yapılan saldırı, bunun belirli gruplar tarafından organize edilen bir saldırı olmadığını göstermektedir. Ancak çok çirkin bir eylem olan Haleb’de yaşananlar Şam'da ya da büyükelçiliğimizde yaşanmadı.
Bizim için en önemli şey kutsal mekânlardır ve bu konuda bu hususu ihlal eden herhangi bir şey görmedik, türbelere herhangi bir saygısızlık söz konusu olmadı. Ancak ismini vermeyeceğim çeşitli taraflarla temas halindeyiz.
Kendi büyükelçiliğimizle ilgili olarak, Şam'daki büyükelçiliğimizin ve Haleb'deki konsolosluğumuzun güvenliğinin yanı sıra Hazreti Zeyneb Türbesi ve Hazreti Rugayye Türbesi gibi kutsal mekanların güvenliğinin sağlanması konusunda Suriye'deki çeşitli taraflarla görüştük ve söz konusu mekanların kutsallığının korunması konusunda bize garanti verildi.”
Son olarak İranlı yetkili şunu belirtti:
“Suriye'deki gelişmeleri yakından izliyoruz. Onlarla etkileşimimiz, davranışlarına, İran İslam Cumhuriyeti'ne ve Suriye'deki Şiilere karşı nasıl bir politika izleyeceklerine, Siyonist rejimle ve terörist gruplarla aralarına nasıl bir mesafe koyacaklarına bağlı olacaktır. Tüm bunları değerlendireceğiz ve yaklaşımımızı bu davranışa göre ayarlayacağız.