‘’Dünyadaki terör ve suçun başı olan ABD’nin öncülüğünde, Siyonizm’in yönlendirmesiyle ve pek çok ülkenin desteğiyle hareket eden bu şer ekseni, bölge ülkeleri üzerinde tam kontrol kurma planını artık gizleme gereği duymuyor. Direnişin sonu, teslimiyetin ve sömürgeciliğe boyun eğmenin başlangıcı olur.’’

YDH- El-Meyadin'den Ahmed Abdurrahman'a göre, İran, Yemen, Lübnan, Irak ve Filistin'den oluşan Batı Asya'daki Direniş Ekseni tarihindeki en tehlikeli meydan okumayla karşı karşıya. Bu meydan okuma, varoluşsal bir krize dönüşebilir. Abdurrahman, önümüzdeki günlerde bölgenin, jeopolitik olarak çok kritik bir döneme girdiğini; büyük çatışma ihtimalinin yüksek, cephelerin soğuması ihtimalinin ise düşük ama mümkün olduğunu öngörüyor.
Birçok gözlemci, Batı Asya'daki Direniş Ekseni'nin tarihindeki en kritik meydan okumayla karşı karşıya olduğuna inanıyor. Kimi uzmanlara göre bu, varoluşsal bir boyuta dahi ulaşabilir. İran İslam Cumhuriyeti’nin zirvesinden başlayıp Yemen, Irak, Lübnan ve Gazze’ye, hatta işgal altındaki Batı Şeria’ya uzanan tüm cephelerde derin sarsıntılar yaratma potansiyeli taşıyor.
Özellikle Batı Şeria, eksene katılımı ve bütün bölgeyi altüst eden Aksa Tufanı savaşını başlatmadaki rolü nedeniyle son yirmi iki aydır ağır bir bedel ödüyor. Bu bedelin izleri yalnızca direniş cephelerinde değil, bölgenin tamamında hissediliyor.
Son dönemde, karşı blokun niyetleri hiç olmadığı kadar açık hale geldi. Dünyadaki terör ve suçun başı olan ABD’nin öncülüğünde, Siyonizmin yönlendirmesiyle ve pek çok ülkenin desteğiyle hareket eden bu şer ekseni, bölge ülkeleri üzerinde tam kontrol kurma planını artık gizleme gereği duymuyor.
İsrail’in genişleme stratejileriyle, hükümet darbeleriyle ya da Amerikan-İsrail çizgisinde partiler ve gruplar kurarak bu hedefine ulaşmaya çalışıyor.
Şer güçlerinin en büyük tehdit olarak gördüğü İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı niyetler ise net. Geçtiğimiz Haziran’daki Siyonist-Amerikan saldırganlığı, bu tavrın en açık göstergesiydi. Bu, ABD-İran çatışmasında bugüne dek görülmemiş ölçüde doğrudan bir Amerikan müdahalesine sahne oldu.
İran bu saldırıya eşi görülmemiş bir karşılık verdi. İsrail’e ağır kayıplar yaşatan bu yanıtın büyük kısmı hâlâ askeri sansür altında saklanıyor. Ancak saldırının ardından baskılar farklı biçimlerde sürdü: kırk beş yılı aşkın süredir devam eden ekonomik yaptırımlar yoğunlaştırıldı; iç istikrarı baltalamaya dönük girişimler artırıldı. Ancak İran'da toplumsal barış, devletin gücünün en temel dayanağı ve krizlere karşı direncinin kaynağı olmuştur.
Siyasi alanda da İran yoğun baskı altında. Uluslararası ve bölgesel düzeyde rolünü sınırlamaya dönük ısrarlı çabalar sürüyor. Özellikle de Siyonist oluşum için tehdit oluşturan alanlarda İran’ın etkinliğini kısıtlamaya yönelik hamleler dikkat çekiyor.
Yemen cephesinde tablo daha da açık. Direnişin en önemli mevzilerinden biri olan bu ülkede askeri saldırılar, siyasi müdahaleler ve ekonomik abluka yan yana yürütülüyor. Zaman zaman Sanaa’nın merkezine kadar ulaşan saldırılar, İsrail’in öncülüğünde ve ABD, İngiltere başta olmak üzere birçok aktörün koordinasyonuyla gerçekleşiyor. Bu saldırılar, Yemen’e yakın Arap ve İslam ülkelerinin de desteğiyle güç kazanıyor.
Yemen’e yönelik saldırılar yalnızca Gazze’ye verilen destekten kaynaklanmıyor. Ülkenin coğrafi konumu, Babülmendep üzerinden dünyanın en kritik deniz yollarını kontrol etme imkânı sunuyor.
Yemen bu avantajı, İsrail’le işbirliği yapan ticari gemilere abluka uygulamak için kullandı. Hatta Amerikan muhriplerine karşı koyarak, Washington’u ateşkes talep etmeye zorladı. Çünkü ABD, gemilerini Yemen’in füze, İHA ve deniz botu saldırılarından koruyamaz hale gelmişti.
Lübnan da benzer biçimde hem dışarıdan hem içeriden yoğun saldırı altında. Güney cephesindeki çatışmalar aylar önce durmuş olsa da İsrail, tüm imkânlarına ve küresel desteğe rağmen sahada başarı sağlayamadı.
Adeyse, Bint Cübeyl, Marun er-Ras ve diğer köylerde direniş savaşçılarının kararlılığı, düşmanın tüm hedeflerini boşa çıkardı. Bunun üzerine İsrail, Lübnan içinde baskı yaratmaya yöneldi. Bazı yerel grupların Hizbullah’a yönelik haksız düşmanlığından ve kendi çaplarının ötesinde rol üstlenme hırsından faydalanmaya çalıştı.
Bu süreçte bazı yabancı elçilikler de devreye girerek ülkenin iç barışını hedef aldı; halk, ordu ve direniş üçlüsünü çökertmeye dönük girişimlerde bulundu.
Irak cephesinde görünürde bir sakinlik olsa da küllerin altında ateş hâlâ canlı. Gazze savaşında İsrail’i içeriden vuran ve stratejik dengeleri değiştiren Irak direnişinin önümüzdeki süreçte hedef alınması olası görünüyor.
Gazze cephesi ise üçüncü yılına yaklaşan vahşi saldırılara sahne oluyor. 70 bini aşkın şehit, on binlerce yaralı ve kayıp ile geniş çaplı yıkım, Gazze’yi yaşanmaz hale getirdi. Bu tablo, İsrail’in uzun süredir gündeminde olan kitlesel tehcir planlarının hayata geçmesi riskini artırıyor. Amaç, Gazze’nin kuzeyine yeniden yerleşim birimleri kurmak. Ateşkes çabalarının sonuçsuz kalmasıyla birlikte İsrail tehditlerini yoğunlaştırdı.
“Zırhlı Gideon 2” adı verilen operasyonla Gazze Şehri’nin tamamen boşaltılması ve kontrol altına alınması hedefleniyor. Operasyon, Refah, Han Yunus, Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiye’de uygulanan zorla tahliyelerin bir devamı niteliğinde.Dolayısıyla Gazze’de yeni bir tırmanış kapıda. Her ne kadar yeni bir devlet kurulmasına dair söylemler dolaşsa da, İsrail’in uzlaşmaz tutumu ve tüm önerileri reddetmesi nedeniyle gerçek bir ilerleme ihtimali zayıf görünüyor.
Bu koşullar altında Direniş Ekseni'nin seçenekleri sınırlı. Bizim değerlendirmemize göre üç ihtimal var:
Birincisi, eksenin dört cephede (İran, Lübnan, Yemen, Gazze) açık tavizler vermesi. Nükleer programdan ve balistik füze kapasitesinden vazgeçmek, silahsızlanmayı kabul etmek, sahadan çekilmek. Ancak bu seçenek, intihar anlamına gelir. Direnişin sonu, teslimiyetin ve sömürgeciliğe boyun eğmenin başlangıcı olur. Bölge, tüm rejimleri ve halklarıyla İsrail’in yönetimine açılır.
İkincisi, cepheleri soğutmaya, sürtüşmeleri en aza indirmeye ve gerginliği düşürmeye yönelik kaçamak taktiklerdir. Bu, şimdilik özellikle İran, Lübnan ve Yemen için uygulanabilir görünüyor. Ancak Gazze’de aynı şey geçerli değil; çünkü İsrail sahadaki üstünlüğü ve uluslararası kırılgan dengeler nedeniyle çoğu anahtarı elinde tutuyor.
ABD ve İsrail’in cepheleri hızla sonuçlandırma arzusu göz önüne alındığında bu seçenek de uzun ömürlü olmayabilir. Nitekim İranlı yetkili Safevi’nin belirttiği gibi, büyük bir çatışma ihtimali an meselesi haline gelebilir.
Üçüncüsü, Direniş Ekseni'nin geniş çaplı bir çatışmayı bizzat başlatmasıdır. Lübnan, İran ve Yemen’de açılacak yeni cepheler Gazze savaşına doğrudan yansır, Irak’taki Amerikan varlığını da hedef alabilir.
Bu senaryo, çağrı cihazı katliamı veya İran’daki suikastlar gibi saldırıların tekrarına tahammül edilmediği durumda gündeme gelebilir. Sonuç, bütün kaynakların seferber edildiği, doğrudan çatışmaların damga vurduğu yeni bir jeopolitik gerçeklik olur.
Her halükârda ikinci seçenek, risklerine rağmen hâlâ uygulanabilir tek yol gibi görünüyor. Özellikle de saldırgan güçlerin daha fazla cephe açma niyetine dair istihbarat mevcutsa.
Önümüzdeki günler ve haftalar, bölgenin çehresini kökten değiştirebilir. Cephelerin soğuması ihtimali düşük olsa da tamamen dışlanamaz.
Düşmanın kötü niyeti artık gizlenemez hale geldi; kimi zaman bir diplomatik cümlenin arasından, kimi zaman ise kibirli bir kahkahanın arkasından açığa çıkıyor.
Çeviri: YDH