İsrail’in İran’a Saldırma Efsanesi

img
İsrail’in İran’a Saldırma Efsanesi YDH

YDH- Kaveh L Afrasiabi “After Khomeini” “New Directions in Iran's Foreign Policy” (Westview Press) ve "Iran's Foreign Policy Since 9/11" (Brown's Journal of World Affairs, eski dışişleri bakanı Abbas Maleki ile beraber yazıldı, No 2, 2003) kitaplarının yazarıdır. Tahran Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri vermektedir. Makaleyi arkadaşımız Sümeyye Yıldız çevirdi.




YDH- Kaveh L Afrasiabi “After Khomeini” “New Directions in Iran's Foreign Policy” (Westview Press) ve "Iran's Foreign Policy Since 9/11" (Brown's Journal of World Affairs, eski dışişleri bakanı Abbas Maleki ile beraber yazıldı, No 2, 2003) kitaplarının yazarıdır. Tahran Üniversitesi’nde siyaset bilimi dersleri vermektedir. Makaleyi arkadaşımız Sümeyye Yıldız çevirdi.

Bir süredir İsrail’in İran’ın nükleer gücüne karşı olası saldırısı konuşuluyor. Bunu besleyecek şekilde, yakın zamanda yayımlanan bir London Times makalesinde İsrail parlamentosunun planlanan saldırıya onay verdiği söyleniyor, tabi bunu farklı görüşlerde birçok İsrail siyasetçisinin Yahudi devletine ‘en büyük dış tehdit’ olarak tanımladığını göz önünde bulundurmak gerekir.

Ancak çeşitli lojistik, operasyonel olasılıklar bunun yanında jeopolitik ve bölgesel durumların dikkatle incelenmesi veya bu tartışma götürür senaryonun sonuçları bizi tam tersi bir sonuca ulaştırıyor, o da 1982’de İsrail’in Irak’ın nükleer reaktörüne yaptığı başarılı hava saldırısından sonra adlandırılan sözde Osirak seçeneğinin pratiklikten ve üzerinde çalışabilirlikten uzak tabiatıdır.

Unutmadan, Osirak operasyonunun bütün detayları yeni açığa çıkmışken, İsrail savaş uçaklarının Irak’a ulaşmak için Irak’ın bir veya birden fazla komşusunun hava sahasından geçtiği oldukça kesin.

İran’ın tüm ülkeye yayılmış ama çoğunlukla İran’ın ortasında yer alan -ki bu sınırlardan sonra uzun bir yolculuk demek- nükleer merkezlerine saldırmak için İsrail’in en iyi seçeneği farklı rotalardan eş zamanlı ve çok çatallı saldırı olacaktır.

Örneğin Ürdün ve Irak, ya da Türkiye üzerinden Akdeniz rotası veya Azerbaycan rotası… Tabi aradaki uzun mesafeyi, havada yakıt ikmalini veya orta bir noktada inişi gerektiren lojistik kâbustan bahsetmezsek…

Henüz İsrail için ne şu an böyle bir seçenek var, ne de bunun yakın zamanda olma ihtimali var. Bunun nedeni İran’ın komşularıyla dostça ilişkilerinin olması, komşularının İsrail’in İran’a saldırısı için hava sahasını açmaktan korkmaları veya hava sahasını açmaları için bir neden olmaması.

İsrail’in bölgedeki stratejik ortağı olan Türkiye’nin, İran’la çok iyi ekonomik ve diplomatik ilişkileri var. İkisi de geniş hacimli enerji ticaretinin, yani Ekonomik İşbirliği Organizasyonu sayesinde bölgesel işbirliğinin ve Irak ve Kürt meselesi hakkında ortak politikanın tadını çıkarıyor.

İkincisinin pratik olarak tamamen çözülmesi, iki tarafın kurduğu ‘sınır güvenliği’ komitesinin Kürt isyanı konusunda Tahran ve Ankara arasındaki farklılıkları çözmesinden sonra geldi. Bundan dolayı, şu an birinin laik diğerinin İslami ve teokratik cumhuriyet olduğu politik farklıklarını saymazsak, İran’a Türkiye topraklarından bir İsrail baskını torpillemedikçe, İran ve Türkiye kalıcı bir komşuluk ilişkisinden memnunlar.

Tabi ki Türkiye İran’ın nükleer programı konusunda endişeli; ancak Türk liderler bu konuyu doğrulayacak güvenilir bir akıl yokken İsrail’in ‘nükleer İran’ paranoyasına sahip değiller. Bu korku İran’ın mecburen girdiği IAEA’nın ek protokolüne sadık olmasına ve IAEA şefinin yeni raporunun, İran’ın nükleer cephanelik oluşturduğu suçlamasını destekleyecek kanıt bulunmadığını açıklamasına rağmen var. (Yakınlarda, bir İsrail generali olan Aharon Ze’evi, “ İran aslında bir nükleer bomba yapabilecek kadar uranyum zenginleştirme kapasitesine sahip değil...” şeklinde konuştu. Bu, sürekli İran’ın ‘nükleer eşik’te olduğunu yazan eski İsrail subayı şimdiki Harvard araştırmacısı Brenda Shaffer’la bir tezat oluşturuyor.)

IAEA denetimlerinde ve Iran-Avrupa Birliği nükleer görüşmelerinde İran’ın devamlı işbirliğinde olmasından memnun. Türk liderlerin gözünden bakıldığında, İran’a karşı bir saldırıda Türk hava sahasını İsrail’e açarak, İran’la olan hassas ve karşılıklı ekonomik, güvenlik ve diğer bağları tehlikeye atacaklarını düşünmek zor görünüyor.

Yazık ki, İsrail’in Türkiye üzerinden İran’a saldırma olasılığının gerçekçi olmaması Batı medyasının ilgisini ve askeri ve güvenlik konusunda uzman yazarların bu senaryo hakkındaki yazılarını azalttı. Örnek vermek gerekirse, Kenneth Pollock son kitabında (The Persian Puzzle) “Osirak seçeneği”ni tartışırken Türkiye’nin İsrail’in isteğine razı olmadaki gönülsüzlüğünü gözden kaçırır. Benzer bir şekilde, deneyimli araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, benzer bir konudaki New Yorker makalesinde, Türkiye’nin hem İsrail’e hem Amerika’ya olan yakın bağlarından dolayı İran’ın nükleer donanımına karşı askeri saldırılar için bir hareket sahası olabileceğini farz eder.

Açıkça, benzeri uygun kusurlar ve İran–Türkiye ilişkilerinin baskın ve rekabetçi olarak sürekli yanlış tanımlanması -ki aslında işbirliği cephesi daha net bir idareye sahip- sadece İsrail’in yakında İran’a saldıracağı efsanesini körüklüyor. Hâlbuki gerekli olan şey, anahtar terimlerin doğru dürüst analiz edilmesidir, mesela Türkiye’nin İran’a muhtemel bir askeri saldırıda İsrail’e hava sahasını açmaya razı olması durumunda İran-Türkiye ilişkilerinin bütün bölgeyi etkileyecek şekilde uzun vadede bozulması.

Bunu daha az olası senaryo yapan ise Türkiye- İsrail ilişkilerinde İsrail’in aktif olarak bölgedeki Kürt gruplarını desteklediğinin son dönemde medya tarafından ifşa edilmesinden kaynaklanan gerileme, bu suçlama Ankara’nın olaya sert tepki vermesinden sonra İsrail tarafından tamamen reddedildi. Eğer Türkiye kendini Avrupa tarafından desteklenmeyen, Amerika ve İsrail yönetimindeki bir askeri harekatta bulursa Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri de kötüye gidebilirdi ve Avrupa Birliği üyesi olması ihtimali de ertelenirdi.

Şu andan itibaren, İsrail’in İran’a karşı Türk hava sahasını kullanmasında en muhtemel senaryo önce bir Türkiye–AB konsültasyonu ve bunun üzerinde anlaşmaya varılması; fakat Irak işgali sonrasında nükleer mesele yüzünden İran’la bütün ilişkilerini bozmaya niyetli olmayan Avrupa eşliğinde böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkansız gözüküyor.

Aynı tartışma gerekli değişiklikler yapılarak İran’ın diğer komşusu Azerbaycan için de yapılabilir. Azerbaycan’ın yeni lideri yakınlarda İran’ı ziyaret etti ve hiçbir koşulda İran’a Azerbaycan üzerinden bir saldırıya izin vermeyecekleri garantisini verdi.

Aslında, Türkiye’yle kıyaslandığında, Azerbaycan’ın Hazar üzerinden bir İsrail baskını durumunda İran’ın sert tepkisinden korkması için daha çok sebebi var çünkü uzun girişimini desteklemek için İran 1990’larda Ermenilere kaybettiği topraklarını almaya çalışabilir.

Diğer bir deyişle, Bakû’nün Amerika ve İsrail’in elinde oyuncak olması durumunda kaybedecek çok şeyi; ancak kazanacağı varsa bile çok az şeyi bulunuyor. Bu, ayrıca Moskova’yla dikkatlice geliştirdiği ilişkilerini de bozabilir (Bakû’nün Amerikan ordusuna çektiği yağlara çok yazık)

Azerbaycan’ın durumunda olduğu gibi, Rus ordusunun bölgedeki gözle görünür idaresi varken ve Moskova’nın İran İslam Cumhuriyeti gibi güçlü ve güvenilir bir engeli zayıflatıcı Amerika – İsrail planına doğal muhalefeti düşünüldüğünde, İsrail’in İran’a saldırısı için Hazar – Orta Asya merkezli bütün kapılar kapalı.

Türkiye ve Azerbaycan gibi Pakistan’ın da İran’la ilişkilerinde kazandığı çok şey var. Afganistan, Hindistan, Pakistan güç dengesi de dâhil olmak üzere, en çok da Pakistan’daki kalabalık Müslüman fundamentalistlerin nefret ettiği Yahudi bir devletin İran’a saldırısına izin vermenin ne demek olduğu düşünüldüğünde, daha şimdiden, Başbakan General Pervez Müşerref ve yardımcıları Pakistan’ın İran’a karşı kullanılmasına izin vermeyeceklerini tekrar tekrar dile getiriyorlar.

Osirak seçeneğinden geriye kalan tek yol, İran’a ulaşmadan önce Ürdün ve Irak üzerinden geçen bir İsrail saldırısı, ki bugünkü Şii ağırlıklı Irak politikası düşünüldüğünde bu akla çok yatkın geliyor.

İsrail’in operasyonlarını yönetmek için Irak hava sahasını ihlal ettiğini varsayarsak, bu ancak Amerika’nın suç ortaklığıyla mümkün olurdu ve bu ciddi olarak hem Amerika ile yeni Irak hükümetinin ilişkisini zora sokardı.

Amerikanın “işgal sona erdi” ve Irak’ın bağımsızlığı “iade edildi” gibi söylemlerini gülünç hale getirirdi, hem de daha da kötüsü Irak içindeki İran–Amerika düşmanlığını tahmin edilemez yeni bir aşamaya sokabilir böylece petrol zengini İran körfezini kolayca tutuşturabilir ve yutabilir. Ek olarak, bu durum petrol fiyatlarını artırarak Dünya ekonomisini olumsuz etkiler, özellikle de yüksek enerji fiyatlarından yakınan Batı ekonomisi için hayal kırıklığına sebep olur.

Yine, İran’a karşı bir İsrail saldırısı hakkında, Irak’taki Osirak reaktörü (İsrail bombaları tarafından yıkıldığında inşası yeni başlamıştı) ile Rus yapımı Buşehr nükleer reaktörünün (yüzlerce Rus çalışanı son dokunuşları yapıyorlar) yasadışı kıyaslamasını yapan yazıların ne kadar basitçe ve safça oluşu da büsbütün şaşırtıcı. Buşehr reaktörünün yüzde 90’ı tamamlandı, Rusya ve İran ‘harcanan yakıt’ın geri dönüşü hakkında bir antlaşmaya vardılar. Rus çalışanlarının hayatlarını kaybetmesi İsrail’le enerji bağlarını etkileyebilecek kadar Moskova’nın öfkesine neden olabilir, ayrıca bombalama İran’ın körfezdeki komşularını da etkileyecek çevresel bir felakete sebep olabilir.

Böylece, İsrail’in Buşehr reaktörünü yok ederek neler başardığı (tabi Rusları, Arapları ve tüm İslam dünyasını kızdıracağını ve İran’ın misillime yapmaya ve en ufak bir tereddüt duymadan nükleer cephanelik oluşturmaya kararlı olacağını saymazsak) sorusunu bir kenara bırakırsak, Osirak ve Buşehr hedeflerinin farklılıklarına dair en basit soru Buşehr reaktörüne karşı bir saldırıyı öğütleyen Wahington ve Tel Aviv’deki “uzmanlar” ve karar verici merciler tarafından incelenmeli.

Ayrıca, İran’ın hava savunma sistemlerine dair “operasyonel” kabuslar var, özellikle de İsrail jetleri İsfahan, Tahran, Arak gibi hedeflere ulaşmak için İran üzerinden uçmak zorunda kaldığında İran hava kuvvetleri tarafından korkunç şekilde karşılanabilir ve hava mermileriyle kaplanabilir. Bu hedefleri vurarak İsrail, İran’daki sivillere karşı temel bir “paralel” hasarı kabul etmiş oluyor, bunun İsrail’in hiç de istemeyeceği uzun dönemli manaları var, o da İran’ın İsrail’in ezeli düşmanı haline dönüşmesi.

Bugün İran’daki şiddetli anti-İsrail retoriğine rağmen, İran’ın liderleri ve karar verici mercileri büyük oranda İsrail’i “alan dışı”, İran’ın ulusal güvenlik kaygısıyla alakasız ülke olarak görüyorlar. Aslında, İran’daki hiç kimse İran’ın İsrail’e tehlike oluşturduğu şeklinde bir İsrail propagandasını ciddiye almıyor, ancak İsrail İran’a saldırırsa bu durum bir anda değişir ve İsrail için Lübnan ve hatta Suriye sınırlarında yeni güçlü güvenlik tehditleri oluşturur. İki tarafın da şimdiki iyi ilişkilerine nazaran, İsrail’e karşı yeni bütün bir Arap - İran birleşmesi İsrail’in İran’a saldırısı kötü bir sonucu olarak şeklini alır.

Ne yazık ki, İsrail’in İran’a bakışı söyleme takılmış gibi görünüyor. İsrail kitlelere oynayan, çokça sembolik söylem ile gerçek siyaset arasındaki farkı ihmal ettiği gibi, (İran’ın Filistinlilerin arzusuna uygun şekilde dile getirdiği iki devletli bir çözüm isteğine rağmen) İsrail-Filistin çatışmasındaki İran’ın değişen pozisyonunun olumlu yöndeki işaretlerini de ihmal ediyor.

İran’ın yanlış algılanmasının veya İran’a karşı bir “Osirak seçeneği” saplantısının ne kadar derin olduğuyla ilgilenmezsek, İsrail liderleri ve onların medya bilirkişileri çetin engeller bulunduğunu gördüğü halde, bilinçli olarak askeri harekât efsanesi propagandası yapıyorlar. Bu engeller durumu pratiklikten uzak ve artarak kâğıt bir istek listesi haline getiriyor; ancak bununla birlikte, bu değişken bölgedeki ve ötesindeki politik ve psikolojik istikrarsızlığa pek bir şey katmıyor.

  

Çeviren Sümeyye Yıldız