«Filistin Yönetimi, Filistin halkını bastırmak üzere paralı askerlerini eğitmek için daha fazla ABD fonu ve “özel kuvvetlerinin eğitimini arttırmak ve mühimmat ve zırhlı araç tedarikini güçlendirmek için” 680 milyon dolar talep etti.»
YDH- New York'taki Columbia Üniversitesi'nde modern Arap siyaseti ve entelektüel tarihi profesörü Joseph Massad’ın Katar fonlu Middle East Eye’da yer bulan makalesi, Batı Şeria'da devam eden çatışma ve baskıları ele alırken Filistin Yönetimi'nin (PA) Filistinli direnişçilere karşı yürüttüğü son kampanyaya odaklanıyor. Filistin Yönetimi'nin eylemlerinin sivillerin öldürülmesi ve Cenin mülteci kampına temel ihtiyaç malzemelerinin girişinin engellenmesi de dahil olmak üzere önemli şiddet olaylarına ve insan hakları ihlallerine yol açtığını bildiren makale aynı zamanda Filistin Yönetimi'nin baskıcı bir güç olarak oynadığı rolün tarihsel bağlamına dikkat çekerek, bu rolün kökenlerini Oslo Anlaşmalarına ve İsrail ile işbirliğine kadar götürüyor.
***
Geçtiğimiz haftalarda Filistin Yönetimi'nin Batı Şeria'da İsrail işgaline karşı direnen Filistinlilere karşı başlattığı ve “Vatanı Koruma” olarak adlandırılan acımasız baskı kampanyası pek çok Arap arasında büyük bir şok ve şaşkınlık yarattı.
Kampanyanın nihai başarısızlığı İsrail'in bu hafta Cenin mülteci kampını bombalayarak yaklaşık 12 Filistinlinin ölümüne yol açan bir müdahalede bulunmasına neden oldu.
İsrail saldırılarından önce Filistin Yönetimi güçleri, aralarında iki çocuğun da bulunduğu en az 10 Filistinliyi öldürmüş ve çok sayıda Filistinliyi de yaralamıştı. Düzinelerce kişiyi tutuklayıp işkence ettiler, birçoğunu İsrail işgal güçlerine teslim ettiler, evleri yakıp yıktılar ve yolları tahrip ettiler.
Şu anda, Filistin Yönetimi'nin kampanyasından önce kamptaki direnişçileri bastırmayı başaramayan İsrail ordusu tarafından saldırıya uğrayan Cenin mülteci kampını kuşatmış durumdalar.
İsrailliler 2002 yılında kamptaki direnişi ezmek için bir katliam gerçekleştirmiş ve onlarca kişiyi öldürmüştü.
İsrail'in alışılagelmiş uygulamalarını gururla taklit eden Filistin Yönetimi, kamp sakinlerine gıda ve ilaç ulaştırılmasını engelliyor.
Ayrıca Filistinli genç gazeteci Şaze es-Sabağ'ı öldürdü (Filistin Yönetimi bunu inkâr etse de genç gazetecinin ailesi tarafından cinayetle suçlanıyor) ve şu anda işkenceye maruz bıraktığı Cenin Hastanesi acil servis bölümünün başındaki doktor Kasım Beni Gura'yı tutukladı.
Bu arada, birkaç Filistin Kurtuluş Örgütü ve Filistin Yönetimi yetkilisinin protesto amacıyla istifa etmesine ve karşı çıkmasına rağmen, Filistin Yönetimi paralı askerleri, İsrail işgal ordusu tarafından desteklenen Nablus ve Tulkerim'da bir başka baskı kampanyasını sürdürüyor.
Ancak bu yeni bir şey değil.
Filistin Yönetimi, Oslo Anlaşmalarının ardından İsrail ve Yaser Arafat tarafından tam da İsrail işgaline karşı her türlü direnişi bastırmak üzere İsrail'in taşeronluğunu yaptığı bir baskı aygıtı olarak kuruldu ve bu görevi yerine getirmekten hiçbir zaman çekinmedi.
Acımasız baskı
Filistin Yönetimi'nin acımasız baskısının en ünlü örnekleri arasında 2021 yılında Filistinli muhalif Nizar Benat'ın güvenlik güçleri tarafından kaçırılması, işkence edilmesi ve öldürülmesi ve İsrail ile işbirliğine karşı yapılan barışçıl gösterilerin bastırılması yer alıyor.
Pek çok kişi, sanki bu baskının ilk azmettiricisi oymuş gibi, seçilmemiş Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ı suçluyor. Arafat'ın 1994'te Gazze'ye gelişinden bu yana direnen Filistinlileri bastırma konusundaki sicilini unutarak onun İsrail ile “güvenlik koordinasyonunu” “kutsal” olarak savunmasına işaret ediyorlar.
Kasım 1994'te Arafat'ın polisi Oslo Anlaşmalarına karşı gösteri yapan en az 13 silahsız Filistinliyi öldürdü ve 200 kişiyi de yaraladı.
1995 yılı başlarında Gazze'yi ziyaret eden dönemin ABD Başkan Yardımcısı el-Gore, Oslo'ya karşı çıkan Filistinlileri yargılamak üzere askeri mahkemeler kurduğu için Arafat'ı övdü.
Oslo Anlaşmalarını Mayıs 1994'te imzalanan Kahire Anlaşması izledi. 9 bin kişilik Filistin polis gücü oluşturuldu ve bu gücün temel görevi “kontrolleri altındaki bölgelerde İsraillilere karşı terörü önlemek” olarak belirlendi.
Bu “güvenlik” düzenlemesi, Eylül 1995'te Washington DC'de kutlanan ve dönemin Başkanı Bill Clinton ve törene başkanlık eden AB büyükelçisi tarafından kutsanan ikinci Oslo anlaşmasında yenilendi ve genişletildi; İsrail apartheid rejimi, Batı Şeria'nın “A Bölgesi” olarak adlandırılan bölgesinde “kamu düzeni ve iç güvenlik sorumluluğunu” Filistin Polisine devretti.
AB ve ABD'nin ikiyüzlülüğü
ABD ve AB bu baskıcı gücü finanse etti ve eğitti ve bunu yapmaya devam etti.
Benat 2021'de öldürüldüğünde, AB eğitmenleri ve Benat'ın katillerini finanse edenler “şoke olmuş ve üzüntü duymuş”, ABD Dışişleri Bakanlığı ise Washington'un “rahatsız olduğunu” söylemişti:
“Filistin Yönetimi'nin Filistinlilerin ifade özgürlüğünü kullanmalarına yönelik kısıtlamaları ve sivil toplum aktivistleri ile kuruluşlarına yönelik tacizleri konusunda ciddi endişelerimiz var.”
Bu kez ne ABD ne de AB, finanse ettikleri ve çağrısını yaptıkları Filistin Yönetimi'nin ölümcül baskısından ne “şok” duyduklarını ne de “rahatsız” olduklarını ifade ettiler. ABD ve AB'nin Gazze'deki İsrail soykırımının desteklenmesindeki başlıca rolleri göz önüne alındığında, her iki gücün de eski ikiyüzlülüklerinden vazgeçtikleri görülüyor.
Filistin Yönetimi, Cenin mülteci kampına yönelik haftalar süren kuşatması sırasında, Filistin halkını bastırmak üzere paralı askerlerini eğitmek için daha fazla ABD fonu istedi. Aralık ayı ortasında Filistin Yönetimi “özel kuvvetlerinin eğitimini arttırmak ve mühimmat ve zırhlı araç tedarikini güçlendirmek için” 680 milyon dolar talep etti.
Bu arada Amerikalılar İsraillilere baskılarını sürdürmeleri için Filistin Yönetimi güçlerine AK-47'ler, mühimmat ve zırhlı araçlar transfer etmeleri için baskı yaptı ancak İsrailliler baskıya destek vermelerine rağmen bunu inatla reddetti.
Filistin'de İngiliz işgalinin başladığı Aralık 1917'den bu yana, ülkelerini işgal eden yabancılarla işbirliği yapan Filistinlilerin sayısı hiç de az değildir. Bu durum Filistinlilere özgü bir istisna değildir. Yerleşimci sömürgeler söz konusu olduğunda Yeni Zelanda'dan Cezayir, Tunus, Fas ve Kenya'ya, Güney Afrika, Rodezya, Namibya, Angola, Mozambik ve Endonezya'ya, sömürge ve ‘’koruma altına alıcılar’’ söz konusu olduğunda ise Hindistan, Kore, Vietnam, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır, Filipinler, Malezya ve diğerlerine uzanan bu durum, sömürgeleştirilmiş dünyanın her yerinde geçerli bir norm olmuştur.
Hamas sonrası Gazze
Siyonist yerleşimci sömürgeciliğinin ve İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımının devam eden yoğunlaşması karşısında, İsrail apartheid ve imhasının ana sponsoru olan ABD, İsrail ve ABD'ye hizmet sunan çok sayıda Filistinli işbirlikçi arasından kimin Filistin direnişini bastırma misyonunu sürdürmek için en uygun olduğunu yeniden değerlendirmektedir.
Bu yeniden değerlendirme, Donald Trump'ın yeni yönetimini etkilemek ve göreve hazır olduklarını göstermek için ellerinden geleni yapan Filistin Yönetimi çevrelerinde paniğe neden oldu.
Ancak Başkan Joe Biden gibi Trump da kararsızlığını koruyor ve Filistin Yönetimi'ni tamamen bir kenara bırakıp Birleşik Arap Emirlikleri ve onunla müttefik olan Filistinliler lehine başka planlar üzerinde düşünüyor.
ABD'nin farklı elitleri ve karar vericileri arasında hangi Filistinlilerin bu iş için en uygun olacağı ve ABD ve İsrail ile birlikte hangi Arap ülkesi ya da ülkelerinin onların performansını en iyi şekilde denetleyeceği konusunda henüz nihai bir anlaşma yok gibi görünüyor.
ABD destekli İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere yönelik soykırımının 2023'te başlamasından bu yana önerilen pek çok seçenek var.
Ürdün, Mısır, Katar, BAE, hatta Suudi Arabistan ve ABD, İsrailliler Hamas'ı yendikten sonra -soykırımcı İsrail ordusu için giderek daha hayali ve uzak bir askeri hedef haline gelen- Filistin Yönetimi ile birlikte ya da onlar olmadan Gazze'yi yönetecek ya da en azından finanse edecek ekibin bir parçası olarak çeşitli planlarda yer aldı.
Trump yönetiminin Netanyahu'yu İsrail ile bir ateşkes anlaşması imzalamaya zorlaması ışığında bu durum daha da belirginleşiyor.
İsrailliler ise kendilerini Hamas sonrası Gazze'nin tek valisi ve işgalcisi olarak önerdiler.
'Daha iyi zalimler'
Trump, görevdeki ilk döneminde “yüzyılın anlaşması” ile İsrail işgali için incir yaprağı işlevi görecek bir Filistinli siyasi sınıfa gerek olmadığını açıkça ortaya koydu; ihtiyaç duyulan tek şey Filistinli bir güvenlik gücü ve Filistinli iş insanlarıdır.
ABD-İsrail soykırımından sonra Trump, planını tam olarak uygulama zamanının geldiğine karar verebilir.
İşte tam da bu nedenle, Trump'ın ikinci dönemini bekleyen Filistin Yönetimi'nin siyasi sınıfı, bir kez ve sonsuza dek kovulmadan önce rüştünü ispatlama yarışına girmiş durumda.
Aynı zamanda tüm rakiplerinin ABD ve İsrail'e hizmet sunmak için sıraya girmesinin ve Filistin Yönetimi içindeki pek çok kişinin İsrail apartheidının daha iyi işbirlikçileri ve uygulayıcıları olarak Abbas'ın yerini almak için yarışmasının nedeni de budur.
Oslo'nun başlıca faydalanıcılarından biri olan Filistinli iş dünyası için, devam eden soykırımın ortasında İsrail ve İsrailli iş insanlarıyla birlikte çalışmak her zamanki gibi devam etti, tıpkı yeni imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen, hayali bir Hamas sonrası Gazze'den kar elde etme planları gibi.
Abbas, Batı Şeria'ya ve İsrail apartheid'ının boyunduruğu altındaki Hamas sonrası Gazze'ye yatırımların devamını sağlamak için Nisan 2024'te Suudi Arabistan'da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu toplantısına katıldı.
İsrail, ABD ve Filistin Yönetimi ile müttefik olan bazı Arap ülkeleri kısa bir süre önce Filistin Yönetimi'ne gizli mesajlar göndererek, baskıcı kampanyasının geri tepebileceği ve Filistin Yönetimi'nin devrilmesine yol açabileceği uyarısında bulundu.
Ancak bu olası akıbet için Trump'ın, Filistinlilerin soykırımcı düşmanı İsrail adına Filistinlilere daha iyi zulmedecek çok sayıda potansiyel işbirlikçi varken, hangi Filistinlilerin (eğer varsa) seçileceğine karar vermesini beklemek gerekecek.
Çeviri: YDH